23 Aralık 2009 Çarşamba

Tuğrul AKŞAR ile Futbol ve Futbol Ekonomisi Üzerine.

Zaman buldukça yapığım röportajlarıma Türkiye'nin sayılı futbol ekonomistlerinden Tuğrul Akşar ile devam ediyorum. Kendisine, zaman ayırıp soruları içtenlikle cevapladığı için çok teşekkür ediyorum.

Zevkle okumanız dileği ile.


Öncelikle yeni başlayanlar için Tuğrul Akşar kimdir?

1962 Niğde doğumluyum. 1987-88 Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi mezunuyum. Aynı fakültenin işletme bölümünde yüksek lisans yaptım. Evliyim ve iki kızım var. Halen ülkemizin büyük bankalarından birisinde Bölge Müdürü olarak çalışmaktayım.. Futbolun asla sadece futbol olmadığının bilincinden hareketle, olayın görünmeyen yüzü olan endüstriyel, mali ve sosyal kısmı üzerinde yayınlanmış yüzün üzerinde makalem bulunuyor. Halen düzenli olarak Dünya Gazetesi’nde “Ekospor” köşesinde her pazartesi yazılarıma devam ediyorum . Yayınlanmış üç kitabım bulunuyor. Bunlar: “Endüstriyel Futbol”, Kutlu Merih ile birlikte kaleme aldığımızı “Futbol Ekonomisi” ve “Futbol yönetimi” isimli Futbol sektörünün referans kitapları… Ayrıca Çok sayıda üniversite dergisinde yayınlanmış makalem bulunuyor. Bununla birlikte bir süre Bahçeşehir Üniversitesi’nde “Spor Finansı ve Ekonomisi”, Kadir Has Üniversitesi’nde “Spor Ekonomisi” ve “Galatasaray Üniversitesi’nde “Spor Yönetimi ve Finansı” dersleri verdim. Ayrıca İstanbul’da bir çok Üniversite’de, Kıbrıs’ta Yakın Doğu Üniversitesi’nde ve Anadolu’da bir çok Üniversite’de Spor ekonomisi ve yönetimi konferanslarına katıldım. Dünya ve Türk futbolunun sorunlarına çözüm önerileri üretebilmek ve futbolu yeniden yapılandırabilmek amacıyla 2005 yılında Doç.Dr. Kutlu Merih ile birlikte “Futbol ekonomisi Stratejik Araştırma Merkezi-FESAM”ni kurduk. Burada 11 uzman ile 250’ye yakın makale yayınladık. Bir hobi olarak başladığım futbol bugün artık benim için bir hobi olmaktan çıkmış durumda. Bu işten para kazanıyor muyum? Kesinlikle hayır. Ama bunu ben bir tarihsel gönüllülük olarak görüyorum. Sadece ülkemiz futboluna karşı değil, aynı zamanda Dünya futboluna karşıda toplumsal ve tarihsel sorumluluklarımın olduğu bilinciyle yazmaya, ama bıkmadan ve para kazanmadan yazmaya devam ediyorum.

Banka yöneticisi olduğunuzu biliyoruz. Futbol ekonomisi hakkında yazmaya ne zaman başladınız?

Futbol tutkum arsalarda top koşturarak başladı ama daha sora 2000li yıllarla birlikte futbolun bilinmeyen farklı, tarafına ekonomik yanına merak sardım. Özellikle Galatasaray’ın UEFA Kupası’nı kaldırdığı günün arefesinde haciz ve borçların arka arkaya gelmesi, konunun bu yönüne odaklanmama neden oldu. Nasıl oluyordu da bir şampiyonun ekonomisi dökülüyordu. Bu futbol nasıl bir şeydi ki, farklı dinamik ve ekonomiye sahipti? Kısacası bu sorunları sorgulamaya başladıkça, topun yeşil sahalarda başka bir şekilde koşturulduğunu gördüm. İşte benim hikayem de burada başladı. İlk yazılarımı 2000 yılından itibaren NTVMSNBC’de yazmaya başladım. Yaklaşık 3 yıllık bir yazma sürecinden sonra bu platformu bırakıp, genç ve parlak beyinlerin, futbolu bir başka türlü konuşanların oluşturduğu Verkac.org’da uzunca süre yazdım. Daha sonra Cumhuriyet gazetesi’nde yazmaya başladım. Ancak ilgisizlik ve vefasızlık buradan ayrılmama neden oldu. Daha sonra Hakan ilek’in editörlüğünde vatan gazetesi aracılığıyla çıkartılan Futbol Ateşi dergisi’nde yazmaya devam ettim. Ama bu derginin ömrü de ne yazık ki çok uzun olmadı. Daha sonra bazı dergi ve gazetelerde geçici olarak yazdım. 2005 yılından sonra artık orda burada yazmayı bırakıp, FESAM’da yazmaya başladım. Şimdilerde ise arasıra Tamsaha’da, ve düzenli olarak Dünya Gazetesi’nde yazmaya devam ediyorum.

“Futbol Ekonomisi” ve “Futbol Yönetimi” kitaplarınız sayesinde konuya ne kadar hakim olduğunuzu biliyoruz. Bu teorik yaklaşımları pratiğe dökme şansınız oldu mu? Kulüp yöneticiliği, federasyon vs?

Bu konularda 2 tane Süper Lig ve bir tane de bank Asya Ligi’nden bir kulüple bir dönem proje yapmaya çalıştık ama bizim kulüp sahiplerimiz ve yöneticilerimiz bu işi kısa sürede bitirilmesi gereken ve sadece olması gereken bir prosedür olarak algıladıkları için çok fazla bu projelerin içinde almamaya başladık. Çünkü bu projelere ne gerekli finansman sağlanabiliyor ne de gereken ciddiyet ve kararlılık gösterilebiliyordu. Federasyon nezdinde bir girişimim olmadı. Beni bulurlar diye bekledim ama beni İngiltere’den gazeteci Brian Sturgess buldu ama onlar ne yazık ki bulamadılar. Ama şimdi Türkiye Kurumsal Yönetim Dermeği aracılığıyla Türk Futbolunun yapılandırılmasına ilişkin bir projede yer alıyorum. Yakında bu projenin lansmanını duyabileceksiniz…

Yeni kitap Projeniz var mı?

Tabi ki var. Olmaz olur mu? Büyük bir ihtimalle 2010 Şubat mart’ında çıkartmayı düşünüyorum. Yine benzer konular ama farklı yaklaşımlar içeren bir çalışma olacak, diğer kitaplarım gibi…

FESAM ile birlikte Türk futbolunda neler değişti ya da neler değiştirmeyi düşlüyorsunuz?

Futbolun bugün yeryüzünde yüz milyar dolarlar düzeyinde gelir yaratan devasa bir sektör haline geldiğini; artık futbol kulüpleri ve onun iktisadi işletmeleri ile diğer şirketlerini farklı bir bakış ve mantalite ile yönetmek gerektiğini; bu ekonomik büyüklüğe ulaşan kulüplerin sportif ve mali yönetiminde yapılacak hataların, çok büyük ekonomik, finansal ve sportif sıkıntı ve krizlere yol açacağını; bu amaçla yöneticilerin artık konvansiyonel yönetim anlayışını terk ederek, futbolun bir endüstri olduğu gerçeğini kavrayarak kulüplerini yönetmeleri gerektiğini; kendilerine 2000 yılından bu yana çeşitli görsel ve yazılı medya ile internet platformlarında Doc.Dr.Kutlu MERİH hocamla birlikte dile getiriyoruz. Yazıyoruz. Sempozyumlarda, radyolarda, televizyonlarda konuşuyoruz, bu gerçeğin hep altını çiziyoruz. Bu konuda bugüne kadar yüze yakın makale yazdık ve bunların hemen hemen hepsini Futbol Ekonomisi Stratejik Araştırma Merkezi’nde (FESAM) yayımladık. Bu amaçla oluşturduğumuz www.fesam.org sitesini de bir şekilde yaşatmaya çalışıyoruz.

Fesam ile çoğu şeyi değiştirme fırsatımız oldu. Futbol Ekonomisi, Futbol Endüstrisi, Endüstriyel futbol, Futbolda kurumsal yönetim ve yönetişim, finansman modelleri ve şirketleşme gibi daha bir çok temel konuda yeni açılımlar getirdik. Literatüre “taraftar-tüketici”, “müşteri-taraftar”, “Endüstriyel futbol”, “futbolun paradoksları”, “Yeni futbol ekonomisi”, “taraftar tüketicinin bağlılık körlüğü”, “futbolda marka yönetimi”, “Statlar, futbol üretim merkezleri”, “Koltuk başına katmadeğer”, gibi daha birçok kavramı armağan ettik. İlk defa bu kavramları Türk literatüründe kullandım. Hatta, taraftar-tüketici”, “müşteri-taraftar”, “Yeni futbol ekonomisi”, “taraftar tüketicinin bağlılık körlüğü” kavramları ile dünya futbol ekonomisi, ilk kez benim kitaplarımla ve makalelerimle karşılaştı. FESAM bugün istediğimiz noktaya geldi. Futbol ekonomisinin en çok aranan ve referans noktası haline geldi. Başta Üniversiteler olmak üzere, çoğu kulüp yönetimlerinden çok talep alıyoruz, “bize futbol ekonomisini anlatın” diye. Değişim bitmedi. Daha çok işimiz var yapılacak. Futbolun yeniden yapılanmasını sağlamaya çalışıyoruz. Futbolun kendi içindeki paradoksların yol açtığı krizlerin etkisini en aza indirmeye; kulüpler arasında dengede rekabete olanak sağlayacak, rekabet yapısını düzenlemeye, buna ilişkin var olan haksız rekabeti minimize edecek çalışmaları hayata geçirmeye çalışıyoruz. Bunu yaparken de futbolun yönetsel ve örgütsel yapısını yeniden dizayn etmeye çalışıyoruz.

Borsaya açık kulüplerimizin bilançolarına ulaşmak artık çok kolay. Örneğin Beşiktaş’ın özkaynakları son 4 seneden 40.milyon tl erimiş. Kulüplerin hala dernek statüsünde olması ve “ibra” hakkında neler düşünüyorsunuz?

Ne yazık ki dernek statüsünde örgütlenmiş kulüplerimizde “ibra müessesi” iyi çalışmıyor. “kol kırılır, yen içinde kalır” mantığıyla başarıız yöneticilerin yönetsel devamlılıklarına izin veren hasta bir yapı bu günkü “ibra müessesi”. Öncelikle bu kurumu iyi çalıştırmak gerekiyor. Bu kurum da çalıştırılırsa iyi işler yapar. Yeter ki, doğru ve düzgün çalıştırılabilsin, hesap sorulabilsin, ve hesap verilebilsin…

UEFA kriterlerinden biri de Mali Kriterler. Bu mali kriterlerin ülkemizde tam anlamı ile uygulanabileceğini düşünüyor musunuz?

Türkcell Süper Ligi’nde mücadele eden 18 kulüpten sadece sekiz kulüp bugün Federasyondan lisans alabilmiş durumda.. Gerçekten de son derece yetersiz olan bu sayının bir an önce artırılması bugün Federasyonun en öncelikli görevleri arasında yer almalıdır diye düşünüyorum. Aksi taktirde Avrupa’nın en değerli 6. Ligi iddiasında bulunan bir ligde sadece sekiz kulübün lisans alabilmesi, futbolumuzda altyapıda ve üstyapıda önemli sorunların bulunduğunun bir göstergesi olarak da yorumlanabilir. Türkcell Süper Lig’de olmak üzere çoğu kulüp UEFA kriterlerinin yerine getirilmesi konusunda sınıfta kalmış durumda. Mevcut UEFA kriterlerine ilaveten finansal fair play kapsamında UEFA’nın almış olduğu ve 2012 yılından itibaren uygulanacak yeni finansal kriterleri de dikkate aldığımızda işin vehameti ortaya çıkıyor. Özellikle TSL’de mücadele eden kulüplerimizin bu kriterlerin yerine getirilmesinde önemli sıkıntıları bulunuyor. Bir süre sonra bu sıkıntılar kulüplerimizin Avrupa maçlarında başlarını ciddi bir şekilde ağrıtabilir. Bu kriterleri yerine getiren kulüplerimizden lisans alanların da aslında başta finansal kriterler olmak üzere bazı kriterleri nasıl yerine getirdiğine de ayrıca bakmak gerekiyor. Kısacası, futbol pastası giderek büyüyen ve Avrupa’nın önemli liglerinden birisi konumuna gelen Türkcell Süper Lig’de, daha fazla kulübümüzün lisans alabilmesi için federasyonumuzun ne yaptığını işin doğrusu merak ediyorum. Ülkemizde UEFA Kriterlerinin tam anlamıyla uygulanabileceğini düşünmüyorum. Bunun yanı sıra UEFA’nın da iki yüzlülük yaptığını burada belirtmem gerekiyor. Galatasaray Trömsö’ye elenirken Norveç’te maçın oynandığı statta çamura batmış formasıyla Ümit Karan fotografı hala gözümün önünde. O saha Türkiye’de olsa o maç oynatılır mıydı acaba? Çok merak ediyorum…

Kulüplerimizin mali disiplini sağlamak ihtiyacı olan şey nedir? Naklen yayın, iddaa ve maç günü gelirleri dışında kulüplerimizin –özellikle Anadolu kulüpleri- yegane para kaynağı otoparkçılık(!). Kulüplerin bu konuda danışmanlık alabilecekleri bu konuda uzmanlaşmış bir yer var mı?

Aslında işin doğrusu bu konuda danışmanlık hizmeti alınabilecek çok fazla yer/kurum yok. Ancak bununla beraber bazı dostlarımın bu konuda özverili çalışmalarıyla kurdukları bazı danışmanlık şirketleri var ama onların da teknik ve entelektüel alt yapıları bu iş için çok yeterli değil.

Naklen yayın ihalesi yaklaşıyor. İddaa ve naklen yayın gelirleri pek çok kulübün tek gelir kapısı. 4 büyük takımın aslan payı ayrıldıktan sonra kalan tutar diğer takımlara dağıtılıyor. Bir nevi bir adaletsizlik söz konusu. Bunu gidermenin yolları var mıdır? Yoksa Türk futbolu 4 büyük kulübün değirmenine su taşımaya devam mı edecek?

Bugün her şey ekonomiye dayanıyor. Altyapı iyi olmadığı zaman beklenen, özlenen başarıyı yakalayamazsınız. Özellikle gelir dağılımındaki dengesizlik, haksız rekabet ortamı oluşturuyor. Bugünkü mevcut yapının büyük kulüpleri koruyan bir sistem olduğunu biliyoruz. Dolayısıyla arada ekonomik anlamda çok ciddi uçurumlar var. Son 51 yılda dört takımın şampiyon olması, son 15 yılda sadece üç takımın şampiyon olması haksız rekabet koşullarının net bir göstergesi. Havuz sistemindeki dengesiz dağılıma baktığınız zaman haksız rekabet koşulların görebilirsiniz. Bu da rekabetin ve futbol kalitesinin düşmesine neden oluyor. Bu sistem takımlar arasındaki uçurumu artırırken, dünya ve Avrupa futbolu ile rekabet etme şansımızı artırıyor. Oysa ki önce kendi içimizde rekabeti artırdıktan sonra dünya veya Avrupa futboluyla rekabet edebilir hale gelebiliriz. Endüstriyelleşen futbol, şovun işe dönüşmesi anlamına geliyor. Ama endüstriyelleşmeyi günah keçisi olarak görmemek gerekiyor. Endüstriyelleşme yüksek kalite, yüksek standart demektir. Bunun gidermenin tabi ki yolları var. Bunları Futbol Ekonomisi ve en son yayınladığımız Futbol Yönetimi kitaplarımızda Doç.Dr. Kutlu Merih ile birlikte çok detaylıca açıkladık. Obama’nın fenomen olmuş söylemiyle “Yes, We can” diyoruz.

Avrupa’nın üst düzey takımları milli takımlara oyuncu gönderme konusunda isteksiz. Bu isteksizlik özellikle futbolcuyu takıma katmanın maliyetinin artması ile doğru orantılı. Bu milli takımlar için bir tehdit olur mu sizce?

Bu endüstriyel futbolun kaçınılmaz bir sonucu. Çünkü endüstriyel futbol en çok pastayı kulüp futboluyla üretiyor ve paylaştırıyor. Hal böyle olunca, kulüp futbolu milli takım futbolunun önüne geçiyor. Endüstrinin ana dinamiğini de burası oluşturduğu için Milli takımlara oyuncu göndermekte kulüpler çok istekli değil. Yıllık milyon dolarlara ulaşan sponsorluk, reklam ve medya geliri yaratabilen bir futbolcunun herhangi bir milli maçta sakatlanması, kulüp yarışmasını olumsuz etkileyeceğinden, kulüpler çok istekli değiller. Aynı zamanda gereksiz bir yorgunluk olarak algılanıyor, milli takım maçları ve kampları…Bu süreç içinde milli takım futbolunu orta ve uzun vadede olumsuz etkiler ama buna da bir çözüm bulmak gerekiyor. Nitekim FIFA, milli takıma oyuncu gönderen kulüplere belirli bir miktar parayı ödemeyi kabul etti.

İngiltere Premier Lig takımları pek çok yatırımcının ilgisini çekiyor. Son olarak Porstmouth al-Fahim tarafından satın alındı. Ancak Almanya’da kulüplerin %49undan fazlasının yabancı sermayeye geçmemesi için çalışmalar var. Bunun ortası var mı?

Premier Lig maçları her hafta 170 farklı ülkede 470 milyon insan tarafından izleniyor ve İngiliz ligi tek başına yıllık 3,5 milyar dolarlı bir pasta yaratıyor. Ve yine son yedi yılda İngiliz futboluna dışarıdan gelen yabancı kaynak miktarı 9,5 milyar dolara ulaşmış durumda. Şu anda Premier Lig’in yıllık yayın hakları bedeli 1,5 milyar dolara ulaşıyor. Bununla beraber İngiliz futbol takımları yıllık 5,5 milyar dolar civarında da bir borçlanmaya gidiyor. Kısacası İngiliz futbol ekonomisi Avrupa ve Dünya futbolunu mali ve iktisadi anlamda domine ediyor. Hal böyle olunca bu lige yabancı yatırımcıların ilgisiz kalmaları beklenemez. Futbol kulüplerinin alınıp satılması futbolun endüstriyel dönüşümü ile mümkün olmuştur. Bu türden çalışmaları yapabilirsiniz ama yatırımcıyı getirebilir misiniz ona bakmak lazım. Bugün Alman ligi Bundesliga yıllık yaklaşık 1,5 milyar dolarlık geliriyle Avrupa’nın dördüncü büyük futbol ekonomisi. Ne yazık ki ilk üçte değil…Burada kulübün ne kadar hissesinin satılacağından çok, kulübe yabancı yatırımcının sportif ve mali anlamda ne kadar katmadeğer sağlayacağı önemlidir.

Yapılan araştırmalar Fenerbahçe’nin ülkemizin en fazla gelir elde kulübü olduğunu gösteriyor. Bunu sadece taraftar profiline bağlamak doğru mu? Galatasaray UEFA kupası apoletini yeterince verimli kullanamadı sanırım.

Bu konuda Futbol Ekonomisi isimli kitabımızdan bir bilgiyi buraya alalım isterseniz. Taraftarlık ekonomisi ve tabanına ilişkin…

2004 yılında taraftarın kulübüne ayırdığı bütçenin belirlenebilmesine yönelik yaptığımız bir araştırmaya e-maille katılan toplam 1025 kişinin verdiği yanıtları değerlendirdiğimizde;

• Taraftarın gerçek anlamda kulübüne önemli ölçüde finansal ve ekonomik katkı sağladığını,

• Ülkemizde bu anlamda kulüplerine en büyük desteği Fenerbahçeli taraftarın verdiğini,

•Ülkemiz koşullarında ortalama kişi başına düşen gelirin 4000-4500 dolar olduğu düşünüldüğünde, taraftarın gelirinin önemli bir kısmını kulübüne ayırarak, büyük bir özveride bulunduğunu,

• Özetle, kulübüne yıllık ortalama en yüksek harcamayı 1.738 dolarla Fenerbahçeli taraftarın yaptığını; bunu 1070 dolar ile Galatasaraylı taraftarın izlediğini; Galatasaraylı taraftarın hemen arkasından da 875 dolarla Beşiktaşlı taraftarın geldiğini görüyoruz. Kulübüne kendi olanakları içerisinde en az katkıyı ise yıllık 556 dolarlık harcamayla Trabzonspor’un sağladığını görmekteyiz.

Şampiyon olmuş ve önemli taraftar potansiyeline sahip dört büyük kulübümüzün taraftarlarından (diğer kulüplere ilişkin veriler, çok yeterli olmadığından dikkate alınmamıştır);

• 1000 ile 1500 dolar arasında geliri olan bir taraftarın kulübüne yıllık ayırdığı ortalama bütçe Fenerbahçe’de 450 dolar iken, bu rakam Galatasaray’da 330; Beşiktaş’ta 325; Trabzonspor da ise 175 dolar civarındadır.

• 1500 ile 3000 dolar arasında gelir sahibi taraftar ise Fenerbahçe’ye 750 dolar fon ayırırken; bu tutar Galatasaray için 450 dolar; Beşiktaş ve Trabzospor için sırayla 375 ve 250 dolar düzeyindedir.

• 3.000 ile 10.000 dolar arasında gelir sahibi taraftarın kulübüne ayırdığı bütçe Fenerbahçe’de 2150; sırasıyla Galatasaray’da 2250; Beşiktaş’ta 1750 ve Trabzonspor’da 1050 dolar düzeyindedir.

• 10.000 dolar üzerinde gelir sahibi taraftarın kulübüne ayırdığı bütçe Fenerbahçe’de 3600 dolar civarındayken, Galatasaray’da bu tutar 2250 dolara yükselmektedir. Beşiktaş’ta ise 1.750 dolar olan bu tutar Trabzonspor’da 1050 dolar düzeyindedir.

Dört büyük kulübün değişik gelir gruplarından oluşan bu taraftar kitlesi, yıllık gelirlerinin önemli bir bölümünü kulüplerine ayırarak, gerçek anlamda kulüpler için müşteri konumuna yükselmiş durumda. Aslında taraftar sadece desteklediği takımına gönül bağı ile bağlıyken, müşteri taraftar takımına önemli ölçüde finansal destek de sağlamaktadır.

Yine Avrupa’nın en zengin kulüplerinden Chelsea’nin orta üstü gelir grubunda yer alan taraftarları, kulüpleri için yıllık gelirlerinin 25.000 dolarlık kısmını kulüplerinin emrine veriyor.
Galatasaray’a gelince; Galatasaray ne yazık ki yeşil sahalarda kazandığı sportif başarıyı bazı yönetsel hatalar ve yönetişim kazalarından dolayı nakde çevirememiş, bu nedenle mali başarıyı yakalayamamış bir kulüp. Galatasaray’ın bu hatası onu daha sonra içinden çıkmakta çok zorlanacağı finansal bataklığa doğru da sürükledi. UEFA Kupası ve Süper Kupa gibi tarihi ve olağanüstü bir sportif başarıyı parasal katmadeğere ulaştıramayan Galatasaray ne yazık ki bu tarihi fırsatı kaçırmıştır. Uluslar arası tek Türk futbol markası olan Galatasaray’ın bu tarihi hatası, ona çok pahalıya patlamıştır.

Zaman ayırdığınız için teşekkürler.

1 yorum:

Maicon dedi ki...

Gerçekten çok güzel.