14 Aralık 2009 Pazartesi

Simon KUPER Röportajı Tam Metin...

Sizin katkılarınız ve Ali Ece'nin desteği ile FourFourTwo'nun Kasım sayısında Simon Kuper röportajından bir kolaj yayınlanmıştı.

Kasım ayı bitti. FourFourTwo yine muhteşem bir içerikle futbol severlerle Aralık sayısı ile buluşunca röportajın tam sürümünü yayınlama zamanı geldi. Daha önceki tanıtım yazısında herkese teker teker teşekkür etmiştim. Katkıda bulunan herkese tekrar teşekkür ediyorum.

Buyrun.

Zevkle Okumanız dileği ile.




Hepimiz Simon Kuper hakkında birşeyler biliyoruz. Uganda’da doğdunuz, İngiltere’ye taşındınız, Hollanda da yaşadınız. Peki futbol hayatınıza nasıl girdi ve neden futbolculuk değil de yazarlık?

1970’de Uganda’da doğdum. Henüz bir yaşıma girmemişken Londra’ya taşındık. Daha sonraları Hollanda’da ve birçok başka ülkede yaşadım. İlk futbolumu Hollanda’da oynadım. Oraya, yedi yaşına girmeden hemen önce, 1976’da taşındık. O dönemlerde Hollanda futbolu zirvedeydi ve yaşadığım sokakta, her akşam mahallenin çocukları futbol maçı yapardı. Kardeşim ve ben futbola böyle başladık. Sanırım ben hep yazmak istiyordum ve 16 yaşındayken World Soccer dergisi için Hollanda futbolu hakkında yazmaya başladım.


Futbolla bu kadar ic icesiniz, yazar olmak dısında bu oyunun icinde olmayı dusunmediniz mi ? Antrenor olmayı denemek, hakem olmak, ya da profesyonellige adım atıp iyi bir oyuncu olmak gibi seyler aklınızdan gecti mi hic ?

Küçük bir çocukken futbolcu olmak tabi benim de en sevdiğim hayaldi. Daha sonra fark ettim ki futbol oynamak için ne yeterince yiyim ne de yeterinde hızlıyım. Teknik direktör veya hakem olmayı ise hiç düşünmedim bile. Hala Pariste, orta yaşlı birkaç Fransız ve İngiliz ile futbol oynuyorum.

Belki biraz klişe olacak ancak Türkiye’den takip ettiğiniz spor yazarları var mı? Aynı konu üstünden gidersek Avrupa’daki spor yazarlığı ile Türkiye’deki spor yazarlığını
karşılaştırabilir misiniz?

Türkçe bilmiyorum haliyle Türk Gazetelerinde neler yazıyor bilemiyorum. Ancak tanıdığım birkaç isim var ve bunların başında Deniz Gökçe ve Yiğiter Uluğ geliyor. Türk futbolu hakkında bilgi almak için genellikle onlara başvuruyorum ve her seferinde ne denli entelektüel ve bilgili oldukları görerek şaşırıyorum. Belli başlı Türk gazetelerine bakınca, yazıların kısalığı karşısında şaşırmıyorum dersem yalan olur..O yazıları okuyamıyorum ama uzun olmayışı sorun olmalı.Bu kısa yazılark omplike argümanlar geliştirmeyi zorlaştırıyordur.

Röportaj gazeteciliğin can alıcı noktalarından biri ve “Futbol Asla Sadece Futbol Değildir” kitabınızın Türkiye için yazılmış önsözünde Tayfun Korkut ile yaptığınız bir röportajdan bahsediliyor. Röportaj yaptığınız başka Türk oyuncular var mı? Eğer fırsatınız olsaydı –ki vardır- kiminle röportaj yapmak istersiniz?

Tayfun ile görüştüğüm gün, bana oldukça dost canlısı davranan Ümit Davala ile de bir röportaj yapmıştım. Aslında hayalim futbolcularla röportaj yapmak değil. Tecrübelerime göre birçok röportaj hem yapanı hem de okyanları hayal kırıklığına uğratıyor. Çünkü birçok futbolcu düzgün konuşamıyor. Mesela Messi, harika bir oyuncu ama onu tanıyan insanlardan, söyleyecek hiçbir şeyi olmadığını duyuyorum. Tayfun da bir oyuncu olarak oldukça ünlüydü ama entelektüel birikiminin bir futbolcu için oldukça fazla olduğunu söylemeliyim.Dolayısıyla onunla röportaj yapmak çok keyifliydi.

Efsane kitabınız “Futbol Asla Sadece Futbol Değildir”in gecmis yuzyılın en buyuk futbol kitabı olabilecegini tahmin etmis miydiniz yazmaya basladıgınızda ? Kitap bundan yakşaşık 20 yıl önce yazıldı o günden bugüne baktığınızda, gittiğiniz ülkelerden hangisinin en çok gelişimi gösterdiğini söyleyebilirsiniz?

Yüzyılın en iyi kitaplarından biri olduğu konusunda size pek katılmıyorum. Onu yazarken çok gençtim – 22-23 yaşlarında – ve bu projenin benim için çok büyük ve karmaşık olduğunu düşünerek bunun altından kalmayacağımı düşündüğüm zamanlar çok oldu. Kötü bir kitap yazmaktan, gazetelerden kötü eleştiriler almaktan ve arkadaşlarımın bu eleştirileri okumasından korkmuştum.

Gittiğim pek çok ülke futbol konusunda gelişimler gösterdi özellikle ABD büyük bir sıçrama gösterdi. Afika ise sanırım yerinde saydı.

“Futbol Asla Sadece Futbol Değildir” kitabını yazarken birçok ülkeye gittiğini biliyoruz. Bu gezilerde başından geçen ve kitapta yer almayan ilginç ve komik bir olaylarlar var mı ?

Bu 9 aylık seyahatler boyunca tanıştığım insanlar üzerine, futbol dışında bir kitap yazılabilir. Gençlere özgü pansiyonlarda kaldım ve trenlerde büyüleyici yolculuk arkadaşlarıyla karşılaştım. O yıllarda tanıştığım bazı insanlarla hâlâ arkadaşız. Ama bu anıları hiçbir zaman yazmadım. Bundan sonra yazmam da neredeyse imkânsız. O yüzden bu sorunuza fazla detay veremeyeceğim.

"Ajax, Hollandalılar ve Savaş" adıyla ülkemizde yayınlanan kitabınızda, Ajax takımı ve Holandalıları, Alman işgalinde sinik ve korkak olmakla suçlamış, Yahudileri ele verdiklerini belirtmiştiniz. Bu saptamalardan sonra kendisine gelen tepkiler nelerdir?

Hollandalılar kitabımı çok iyi karşıladılar. Hollanda, her zaman insanların ülkenin geçmişini tartışmaya açmaya razı olduğu bir ülke oldu. Kimi Hollandalı tarihçiler, bu ülkeyi benden çok daha fazla eleştirdiler. Kimseden, kitabımın Hollanda’ya karşı fazla acımasız olduğuna dair şikâyet duymadım. Tepki gelseydi bile kitabı yazarken bunu göze almıştım.

“Why England Lose” adlı yeni kitabınızla ilgili biraz bilgi verebilir misiniz? Okuyucuya ne vaad bu kitap?

Öncelikle şunu söylemeliyim ki bu kitap İstanbul’da yazılmaya başladı. Hilton Oteli’inden boğazı ve Beşiktaş kulübünün stadını izleyip, biralarımızı yudumlarken verdik bu kitabı yazma kararını.

Why Englad Lose’un, kitabın sadece İngiltere baskısında kullanılacak olan ismi olduğunu söylemeliyim. Kitap birçok ülkede Soccernomics adıyla anılıyor ve Britanya’dan ziyade uluslar arası veriler içeriyor. Bu kitapta her fanatiğin sorduğu temel sorulara cevap arıyoruz.

Örneğin “Neden dünya kupası sırasında intahar vakalarında düşüş oluyor?”

Menejerin hangi oyuncuların alınıp hangilerinin satılacağına karar vermesine müsaade etmek neden aptallıktır?

Futbol neden büyük bir iş sahası değildir? Hatta iş sahası bile sayılmaz?

Kitap işte bu soruların cevabını veriyor. Why England Lose Britanya’nın önde gelen spor ekonomistlerinin beyniyle, ödüllü bir futbol yazarının içsel bilgilerini birleştirerek oyun hakkındaki şaşırtıcı gerçekleri gözler önüne seriyor – parasal kısmı değil, tezgahta gerçekten neler döndüğü. Coğrafya, ekonomi, istatistik ve psikoloji üzerinden ilerleyen Why England Lose, futbola, “FA Kupası’nın büyüsü” “İngiltere Şok Yenilgi Karşısında Çöktü,” ya da “Newcastle Dünya Kupası’nın Yıldızını Aldı,” klişelerinin ötesinde, farklı bir bakış açısı getiriyor. Why England Lose sadece para üzerine değil, işin sosyal yönünüde göz önünde tutuyor.

''Why England Lose'' isimli kitabınızdan yola çıkarak, 2010 Dünya Kupası'nda bu kez kazanan İngiliz'ler olabilir mi? Capello neleri değiştirdi ya da İngiltere'nin ulusal takım yapılanmasında neler değişmeli?

Sanırım kitabı birlikte yazdığım Stefan Szymanski, İngiltere’nin önümüzdeki yıl kazanma şansının % 3 civarında olduğunu hesaplamıştı. Bu hesaplamada İngiltere’nin Dünya Kupası maçlarındaki kötü performansına dayandı tabii. Yani kazanacağını pek sanmıyorum. İngiltere nüfusu, en iyi futbol ülkeleriyle karşılaştırılınca çok küçük kalıyor.

Capello takımı daha kıtasal bir yörüngeye soktu. Biraz İtalyan tarzına yakın. İngiltere’nin sorunu, geleneksel İngiliz futbolunun turnuva kazanacak kadar iyi olmaması. Türkiye’de de aynı sorun var: sizin o geleneksel top sürme oyununuz turnuva kazanmak için iyi bir yol değil. Son on yılda sıkıcı Avrupa tarzını biraz öğrenmiş olmalısınız. Kitapta da açıkladığım gibi, uluslar arası futbolda kazanmanın tek yolu bu.


Türkiye'nin GSYH'nın artmasıyla futbolun müstakbel krallarından biri olacağına dair bir yorumunuz var. Hatta bu sayede Avrupalı olacağımızı bile iddia ediyorsunuz. Sadece ekonomik anlamda gelişmekle Avrupalı olmak nasıl mümkün oluyor? Türk futbolunun mevcut altyapısına sadece ekonomik gelişimin eklenmesi ile sonuca gidilebilir mi?

Kitapta da öne sürdüğümüz gibi kültürler değişebilir. Yani Türk kültürü şu anda Batı Avrupa kültüründen farklı olsa da hızla değişebilir. Ekonomik kalkınma genellikle bu tür kültürel değişimlere neden olur.

Korkarım Türk futbolunun alt yapısı hakkında yorum yapabilecek kadar bilgim yok. Türk medyasından sıklıkla ülke futbolunda olanlar hakkında yorum yapmam isteniyor. Ama kulüpleriniz ve Türklerin yerel oyun tarzı hakkında çok az şey biliyorum. Tüm ülkelerin güncel futbollarını takip etmiyorum ve aslında TV’de bile maç izlemiyorum.

Büyük Türk takımları transferlere inanılmaz paralar harcıyor ancak bu harcamanın kaşılığını Avrupa Kupalarında aldıkları pek söylenemez. Son kitabınızla da bağlantılı olarak transfere ve futbolculara çok para vermek başarı için yeterli midir?

Türk kulüpleri aynı zamanda büyük ücretlerle büyük isimleri transfer etmesiyle de ünlü ( Kewell, Roberto Carlos gibi). Kitabımızda, bu tür harcamaların gereksiz olduğunu öne sürüyoruz. Büyük Türk kulüpleri, bir avuç yıldıza büyük paralar ödüyor olabilir ama daha az tanınmış olduğu halde hak edenlere daha az para ödüyor demek bu. Önemli olan tüm kadronun aldığı para ne kadar ediyor. Büyük Türk kulüplerinin, tüm kadroları için yüksek cüret ödeyip ödemediğini merak ediyorum. Öyle olduğunu pek sanmıyorum.

Futbolda geleceğin en parlak ülkesi olarak ABD'yi işaret ediyorsunuz. Futbolun en çok izlenen spor dalı olmadığı bir ülkede, gerekli devrimin gerçekleşeceğine sizi inandıran ne?

Fifa’nın elindeki rakamlara göre ABD, fırsat buldukça futbol oynayan insan sayısının en yüksek olduğu ülke – sanırım 25 milyon. Yani futbol potansiyelleri yüksek. Futbol en önemli ulusal oyun olmamasına rağmen… Ayrıca on milyon Ameirkalı da TV’den futbol izliyor. Unutmayın ki Amerika’daki (çoğu önemli bir futbol ülkesi olan Meksika’dan gelen) İspanyol kökenliler, İspanya’daki İspanyollardan fazla. Sanırım 43 milyon Amerikalı İspanyol var.

Teknik direktörlerin oyuna etkisinin az olduğunu söylüyorsunuz, takım kadrolarını taraftarın internetten belirleyeceği günler gelecek mi?

Bence bu daha iyi olur. Kitapta da açıkladığımız gibi, değişik fikirlere sahip kalabalıklar, genellikle tek bir insandan daha iyisini bilir. Ama bildiğiniz gibi futbolda teknik direktöre yüklenen büyük bir gizem var. Taraftarlar ve medya, yanlış da olsa, teknik direktörün futbola dair özel bir bilgi birikimi ve oyuncuları üzerinde müthiş bir gücü olduğuna inanma eğiliminde.

Sizin icin hangi olay daha buyuk bir futbol olayıdır, gucsuz bir takımın bir turnuvada beklenmedik sekilde basarılı olması mı yoksa dev bir takımın buyuk turnuvalara katılamaması ya da katılsa bile turnuvanın en kotu oyununu oynayıp elenmesi mi ?

Mazlumların kazandığı anları hepimiz daha iyi hatırlarız – mesela 1990 Dünya Kupası’nda Kamerun. Mazlumlar, futbolda birtakım sihirli anlar kazırlar hafızalarımıza.

Andres Escobar ve Rene Higuita'yı düşünelim. İkisi de yaptıkları fahiş hatalarla Kolombiya'nın peş peşe iki Dünya Kupası'ndan elenmesine neden oldular. Ayrıca bu hataların ardından biri (Higuita) kariyerinde çok da fazla sekteye uğramazken, hatta Kolombiya futbolundaki efsane kaleci imajına bir zarar gelmezken, diğeri (Andres Escobar) hiç vakit geçmeden bir cinayete kurban gitmişti. Gerçekten tek suçlu Escobar’mıydı?

Bunun bir kuralı yok. Bence Escobar sadece şanssızdı. Kolombiya’nın kazanacağı konusunda bahse giren biriyle karşılaşmıştı. Adam öfkeliydi ve onu vurdu. Bu tek bir bireyin eylemidir. Bireylerin bütün bir toplumu temsil ettiğini söyleyemezsiniz.

Futbolun veya futbol endüstrisinin geldiği nokta ve gidişatı hakkında ne düşünüyorsunuz?

Herkes çağımızın futbolundan şikayet ediyor ama birileri de onu sevmeli. Çünkü gerçekten büyük başarılar var. Güzel, güvenli statları olan ülkelerde tirübünler dolu oluyor. Pek çok Avrupa ülkesinde en popüler TV programları, canlı yayınlanan futbol maçları. Futbolun ticarileşmesinden hepimiz şikayet ediyoruz ama taraftarlar düğmeyi çevirip işi bitirmiyor. Bitireceklerini de sanmıyorum.

Rusya ve Türkiye Avrupa Şampiyonası'nda yarı final oynayan iki takım. Rusya'dan Zhirkov ve Arshavin büyük takımlara transferler oldu. Türk takımından hiçbir futbolcu avrupaya gidemedi. Sizce de Avrupa'da hala Türk futbolcusuna bir ön yargı var mı?

Sanırım batıda, Türk oyuncuların, batı Avrupa’ya uyum sağlamakta sorun yaşadığına dair bir düşünce var. Futbolcularınızın iyi olduğunu biliyoruz. Ama mesela Seria A’da oynamaya giden biri genellikle başarısız oluyor. Emre de Newcastle’da başarısızdı. Sanırım bu tecrübeleri, batılı kulüplerin Türk futbolcularla anlaşmasını engelliyor. Batıda dil ve yaşam konusunda zorlandıklarını düşünüyorlar. Ayrıca Türk futbolcularında bu konuda pek istekli davrandıklarını düşünmüyorum çünkü Avrupa’da vergiler oldukça yüksek ve bunları oyuncular karşılıyor. Durum böyle olunca Türk futbolcular fazla kazandıkları yerde kalmaya devam ediyorlar.

Türkiye katıldığı her büyük şampiyonaya renk katan bir takım ama bir şampiyonaya katılıp diğerine katılamaması sizce Türkiye'nin büyük bir futbol ülkesi olarak anılmamasının sebeblerinden birisi mi?

Son on yılda çok daha iyileşmiş olsa da Türkiye’nin, böyle büyük bir futbol ülkesine göre bu konularda çok düzensiz bir tarihi var. Ama dışarıdaki insanlar Türkiye’nin kesinlikle bir futbol ülkesi olduğunu düşünüyor. Türkiye’de futbola ilgi çok büyük ve Türkiye bir futbol ülkesi.

Türk futbolunun son yıllarda yetiştirdiği en büyük yıldızlardan olan Arda Turan ile ile ilgili bir fikriniz var mı? Arda'yı büyük bir kulüpte görebilecek miyiz?

Arda’yı Euro 2008’de beğenmiştim. Bence onun sorunu, bazı diğer Türk futbolcular gibi, boyunun kısa olması. Premier Lig’deki çoğu kulüp, kısa boylu oyuncular alma konusunda isteksiz. Fiziğin çok önemli olduğu İngiliz futboluyla başa çıkamayacaklarını düşünüyorlar. Pek çok İspanyol ve İtalyan kulübü de bu oyuncuyu alacak paraya sahip değil.

Tüm zamanların en iyi takımını oluşturmanız istense kadrosu hangi futbolculardan oluşurdu?

Tekink direktörlüğü düşünmediğimi söylemiştim zaten bu işten anladığımıda söyleyemem, tek söyleyebileceğim, çocukluğumun kahramanı Johan Cruijff’ti. Ayrıca, Lionel Messi’den daha iyi bir oyuncu bulup bulamayacağımı düşünmek çok zor.

Bloglar hakkında ne düşünüyorsunuz? Takip ettiğiniz bloglar var mı?

Bloglardan korkuyorum. Ben para karşılığı yazıyorum, onlar bedava. Hep günün birinde medyanın, bu işi benim yerime yapabilecek birçok insan gönüllüyken bana neden para ödediklerini soracağından korkuyorum.

Ve son olarak sizi ülkemizde bir daha ne zaman göreceğiz?

Birileri bana zarif bir davet gönderdiğinde. İstanbul’da olmak hep çok hoşuma gitmiştir – gittiğim tek Türk şehri. İnsanları çok nazik buluyorum. İngiliz taraftarlara, oranın sandıkları gibi düşmanca bir yer olmadığını anlatan yazılar yazıyorum. Ama artık üç küçük çocuğum var. O yüzden de seyahat etmek benim için eskisinden çok daha zor.

Teşekkürler.

5 yorum:

Temur dedi ki...

Çok güzel bir çalışma olmuş. Baştan sona soluksuz okudum. Emeği geçenlere teşekkürler.

Tansu Gürsel dedi ki...

Röportaj çok güzel olmuş Kerem. Tebrik ediyorum. Gayet akıcı ve cevaplar da bir o kadar net...

Adsız dedi ki...

Bu güzel röportaj için teşekkürler...

Ortega dedi ki...

Çok güzel bir söyleşi olmuş. Eline sağlık. Gönderdiğimiz soruları da röportaja skıştırdığın ayrıca teşekkür ederim.

Kerem Akbaş dedi ki...

Soruları ile katkıda bulunduğunuz için ben teşekkür ederim hepinize.