22 Temmuz 2009 Çarşamba

Para Vs. FiFA


Girişimcilik virüsüne yakalandığımda her sabah yeni bir fikirle uyanıyordum. Beni dizginlemek yerine fikirlerime fikir katan arkadaşlarımla t-shirt işine girme kararı verdik. Futbolu sevmenin verdiği içgüdü ile futbolcu ve takım t-shirtleri yapmak için internette materyal toplarken bir resim gördük. O anda dedik ki "işte budur." Bir yuvarlak yarısı dünya, diğer yarısı futbol topu. Altında yazan yazı ise "One World One Game"

O t-shirtü hiç basamadık. Ama futbolu bu kadar güzel özetleyen bir resmi ilk defa görmüştük. Şimdi baktığımda o resimdeki yanlışı görebiliyorum. Yuvarlağın yarısını futbol topu olabilirdi o günlerde ama artık yuvarlağın tamamı futbol topu. Çünkü futbol dünyayı aştı.

Düşünün ki Birleşmiş Milletlerin üye sayısı 192 iken Fifa'nın üye sayısı ise 208. Buradan anlaşılan bir ülkenin Fifa'da temsil edilmesi BM'de temsil edilmesinden daha önemli. Fifa'ya üye olup büyük bir ülkeye karşı kazara alınacak bir galibiyetin reklamı BM üyeliğinden çok daha fazla olacaktır. Dünyanın en büyük uluslararası kuruluşu olma özelliğini taşıyan Fifa'nın gelirleri de oldukça yüksek. Bir dünya kupasının ortalama geliri milyar doların üstünde oluyor.

Yaklaşık 30 senedir direk olarak diplomatik ilişkileri bulunmayan İran ve ABD, Fifa sayesinde yeşil sahada karşılaştı. 21 Haziran 1998 tarihinde ABD ile İran'ı aynı masaya oturtmak ne kadar imkansızsa o sahaya çıkartmamak da o kadar zordu. Çünkü artık ülkeler için Fifa'nın yaptırımları BM'ninkilerden daha çok önemsiyor. Güney Afrika'da siyahların haklarını almasında Mandela ne kadar etkiliyse, sportif boykotta o kadar etkiliydi.

21 Haziran 1998'de İran'ın ABD'yi 2-1 yenmesinin o ülke için anlamı tartışılmaz çünkü ülkelerin en eşit oldukları yer yeşil sahalar. Futbolu da çekici kılan bu eşitliğin varlığıydı. Günümüzde ise ibre "futboldan uzaklaşıp paraya" doğru kaymaya başladı.

Futbolcular her zaman iyi paralar kazanırdı. Ancak son 5 yıl içinde özellikle Premier Lig'te Chelsea'nin önderliğinde başlayan değişim, paranın şampiyonu belirleyebileceğini gösterdi bize. Abramoviç'in başarısı(!) Man.City'yi alan Araplar'ında iştahını kabartıp, Kaka'ya baş döndürücü bir teklif yaptıklarında, Kaka'nın davranışı pek çoklarımız tarafından "Forma için oynayan oyucular ölmedi" şeklinde değerlendirildi. Ancak aradan 6 ay geçmeden 60.000.000€ bedelle Milan'dan Real Madrid'e giden Kaka'yı kim suçlaya bilir? Gittiği takımın büyüklüğü de Kaka'yı mazur gösterebilir. Aynı şekilde Ronaldo'ya, Tevez'e ödenen bonservisler futbolun yarattığı değerin sadece bir bölümü.

Fifa'nın bu değerdeki oyuncular üzerinden milyarlarca dolar kazanması, bu futbolculara yine bir o kadar para ödeyen kulüpler acısından büyük bir problem. Bunca parayı döken, futbolcuyu yıldız ve izlenilebilir yapan kulüplerin gözü Fifa'nın kazandığı milyarlarca euro'da. El elin eşeğini türkü söyleyerek çağırırmış ya Fifa'da kulüplerin tonla para döktüğü oyuncular ile kendi hükümranlığını kuruyor.

Madrid başkanı Perez'in Portekiz - Benin maçında Ronaldo'nun ayağının kırıldığını öğrenmesi durunda neler hissedebileceğini az çok herkez tahmin edebilir. Peki kim haklı?

Mevcut kurallar gereği kulüpler, milli takıma davet edilen oyunculara izin vermek zorundalar. Bazı futbolular milli takımdan affını isteyerek kulübüne hizmet etmeye devam ediyor. Bazı kulüpler de özellikler Afrikalı futbolcuları milli maçları nedeniyle transfer etmekten kaçınıyor. Shorunmu BJK kalesini korurken yönetim ya milli takım ya Beşiktaş çıkmazını Shorunmu'nun önüne sunmuş, Shorunmu milli takımı tercih etmişti.

Futbolun uluslararası düzeyini korumak için her türlü tedbiri alan Fifa şimdilik dünyanın en renkli kurumu. Para Fifa'yı yener mi şimdilik zor görünüyor ancak kulübüne karşılık ülkesini tercih edecek futbolcu sayısı azalmadıkça dünya kupasını izlemeye devam edeceğiz gibi görünüyor.

Futbolu paradan ne kadar uzak tutabilirsek -ki artık bu çok zor- çocuklarımıza o kadar saf bir futbol bırakabiliriz.

20 Temmuz 2009 Pazartesi

Ruhun Şad Olsun Vedat Abi...

Son şampiyonluğun artık bir anlamı daha var bizler için. Çünkü o Vedat Abi'nin gördüğü şon şampiyonluk. Ruhun Şad Olsun Vedat Abi. Biz seni hep resimdeki hatırlayacağız. Çünkü sen ölmedin, o formayı giyenler ölmez. Sen ölmedin...

15 Temmuz 2009 Çarşamba

Son Model Kamerunlu - Roy Theophile MFONDOUM

Adını önce bir kaç kere yerel gazetelerin internet sayfalarında gördüm. Trabzonsporlu Yattara'nın yeğeninin Çorlu Sanayi Spor'a transferini haber yapmışlardı. Bir resimle süslemişlerdi haberi. Ancak resimde 2 futbolcu vardı. Biri "Sylla Yattara" diğeri ise "Roy Junior"du.Bir zamanlar yıldız takımında oynadığım takımın yaptığı transferleri merak ettim ve hemen arkadaşımı aradım. "Yattara yaramaz ama Roy çok iyi" demişti o kısa telefon konuşmasında. Resmi bir maçta izleme şansı bulamadım Roy'u çünkü Sanayi Spor lisans için gerekli parayı verememiş ve Roy sadece bir antrenman oyuncusu olmuştu. Tercih torpilli Yattara idi.Nike halı turnuvasında ilk kez çıplak gözle izledim. Adı üstünde halı saha ben bile hala bazen harikalar yaratabiliyorum. Ama bir futbolcunun kalitesini nerede olsa anlar az çok futbolu bilen biri. Daha sonra bir antrenman maçında büyük sahada izledim. Bir sol bek oyunun kaderini ne kadar değiştirebilirse Roy'da o kadar değiştirdi. Takımın teknik adamıda yöneticilere ver yansın ediyordu ama artık çok geçti ve Roy takımdan ayrıldı kısa bir süre sonra. Şansını başka takımlarda demek istiyordu.

Mısır-KKTC-Türkiye hattında 19 yaşında bir futbolcu.Çorlu'dan ayrılmadan sorularıma samimi yanıtlar verdi. İlginç bir hikayesi var. Bu arada röportaj yapmanın ne kadar zor olduğunu da öğrendim. Benim ki röportaj bile sayılmaz.

Belki blogun okuyucuları arasında bir menajer vardır ve elinden tutar diye yazıyorum bunları birazda.

K.A : Kamerunlu olduğunu biliyoruz ancak ilk futbol takımın Mısır'da. Kamerun-Mısır arasındaki maceranı anlatır mısın?

R.J: Merhaba.Ben Roy Theophile. 1990 yılının 7 Haziran günü Nkongsamba Kamerun'da doğdum. 9 çocuklu bir ailenin en küçük çocuğuyum. 4 abi ve 4 ablam var. Okula yine Nkongsamb'daki başladım ve her Kamerunlu çocuk gibi Verture Spor Okulunda futbol oynamaya başladım. Ama burası bir kulüp değil sırada bir futbol okuluydu. Arada başka okullarla maç yapardık ve ben kaptan oldum. Daha sonra bir turnuvaya katıldım ve 16 yaşına geldiğimde Kamerun U-17 Milli Takımına seçildim ve 2 kez milli formayı giydim.


K.A : Kamerunda hayat nasıl? Buradakinden farklı mı?

R.J : Kamerun halkı Türk Halkına çok benziyor. İnsanlar buradaki gibi sıcakkanlı. Tabiki farklılıklar var biz sizden çok daha fakir bir ülkeyiz.

K.A : Peki nasıl futbolcu oldun? Seni kim keşfetti?

R.J : Bende hemen hemen tüm futbolcular gibi sokakta keşfedildim diyebilirim. Okulda günde 1-2 saat antreman yaptıktan sonra günü geri kalanında sokakta futbol oynuyorduk ve bir gün bir adam gelip yaz aylarında düzenlenen ve Kamerun'un en prestijli turnuvalarını düzenleyen "ECOLE NATIONALE FOOTBALL DES BRASSERIES DU CAMEROUN" un gençlik turnuvasında oynayıp oynamayacağımı sordu. Düşünmeden evet dedim. Çünkü Eto'o, Song, Geremie, Mboma gibi yıldızlar bu okuldan çıktı. Zaten bu turnuvadan sonra U-17 milli takımına seçildim.

K.A : Mısır'a nasıl gittin?

R.J : Şansızlığım birazda başlıyor. Milli maçlardan sonra takımın neredeyse tamamı Avrupa'daki takımlara transfer oldu. İngiltere, İtalya, Almanya, Norveç, İşveç gibi ülkelere giden arkadaşlarım oldu. Benim menajerim ise Shaktar Donesk alt yapısına götüreceğini söyledi beni. 16 yaşında Avrupa arenasında boy gösteren bir takıma gidecek olmaktan dolayı mutluydum. Kameron'da Ukrayna konsolosluğu olmadığı için vize almak için önce Mısır'a gittik ancak ordan vize alamadık. Ya başarısız olduğumu kabul edip geri dönecektim ki bu büyük bir utançtı ya da Mısır'da oynacaktım. Bende Mısır'da oynadım.

K.A : Mısır'daki futbolu ve takımınından bahseder misin? Neden ayrıldın Mısır'dan?

R.J : Mısır'da futbol oldukça profosyonel ancak bir kaç takım dışında ücret ödemelerinde sıkıntı var. Tanta FC ile genç oyuncu kontratı imzaladım. Tanta 2. ligte bir takımdı. Orada 26 maçta oynadım ve 6 gol attım. Aynı zamanda takım kaptanlığınada yükseldim. 10 maçın üstünde A takımda oynadım ancak para istediğimizde sen gençsin diyip susturdular ve neredeyse hiç ücret vermediler. Bir avukat sayesinde sözleşmemi fesh ettim. Diğer takımlarda da aynı uygulamanın olduğunu öğrenince Mısır'da kalmak istemedim.

K.A : Kıbrıs'a nasıl geldin? Transferinde kim rol oynadı?

R.J : Abilerimden biri Kıbrıs'lı bir firma ile iş yapıyordu ve onun tanıdıkları sayesinde Binatlı Spor ile sözleşme imzaladım. Kıbrıs'a sezon ortasında geldim ve Binatlı o zaman 2. ligte mücadele ediyordu. Yarım sezonda 18 maça çıkabildim ve 4 gol attım. İlk defa burada birşeyler başardım diyebilirim. Çünkü 1. lige terfi ettik o sezon. Ertesi sezon 26 maçta oynadım, 6 gol attım ancak sakatlıktan dolayı sezonun geri kalanında oynayamadım.

K.A : Peki Kıbrıs'tan Türkiye'ye nasıl geldin?

R.J : Sakatlandıktan sonra ülkeme döndüm. Kıbrısta futbol oynamak oldukça güzeldi ancak FIFA Menajerlerinin pek uğradığı bir ülke değildi. Menajerlerin gelmediği ülkede daha fazla kalmak kariyerim açısından pek olumlu değildi. Sakatlıktan sonra 6 ay maç yapmadan geçirdim ve bir menajer beni Türkiye'ye getirdi. En azından amatör kulüpte de olsa formda kalmak için bir takım bulduğunu söyledi ve yola çıktık.

K.A : Bildiğim kadarı ile Sanayi Spor'da hiç resmi maç oynamadın. Neden ayrıldın peki Sanayi Spor'dan?

R.J : Kulüp beni aldı ancak lisans ve oturma izni için gerekli parayı bulamadılar, ben de sezon sonuna kadar antremanlara katıldım ve sezon sonu kulüpten ayrıldım.

K.A : Ailende başka futbolcu var mı?

R.J : En büyük abim Kamerun birinci liginde oynadı ancak maalesef sakatlık sonrası futbolu bıraktı. Şu anda öğretmenlik yapıyor.

K.A : En beğendiğin futbolcular kim?

R.J : Türkiye'de Arda'yı beğeniyorum. Ama kahramanım Del Pierro çünkü futbolu tutku ile oynuyor.

K.A : Türkiye'de görüştüğün takımlar var mı? Seni Süper Lig'te izleyebilecek miyiz?

R.J : Bir kaç BankAsya takımı ile görüşmelerim oldu ancak menajerler bana sürekli "bekle" diyor. Ancak eminim ki beni alan kulüp pişman olmayacak. Yabancı sınırlaması ve yaşımın genç olması nedeni ile kulüpler ve menajerler fazla isteki görünmüyor. Fırsat verilirse inanıyorum ki adımdan söz ettireceğim.

K.A : Zaman ayırdığın için teşekkürler.

Yanımda fotoğraf makinası olmadığı için resimler gazete küpürlerinden olacak maalesef. Roy bir futbolcu olarak evlerimize misafir mi olur yoksa saat mi satar bekleyip göreceğiz.


14 Temmuz 2009 Salı

SIFIRDAN ZİRVEYE - Christian Vieri

Adı unutulmak üzereydi. Hayatın sürprizleri karşısında insanın sadece durup baktığı anlar vardır. Vieri'nin, Paok kalecinin hatası sayesinde topla buluştuğu aut çizgisinden sol ayağının içiyle adeta topu okşaması işte bu anlardan biri.

Ali Ece sever böyle aileleri. Baba ve 2 oğul hepsi futbolun içinde ama içlerinde Christian "Bobo" Vieri en tanınmış olanı. Kardeşlerden birinin İtalya, diğerinin ise Avustralya milli takımında oynaması da oldukça ilginç.

Bologna'da 1973 yılında dünyaya gelen Vieri, ailesi ile birlikte Avustralya'nın yolunun tutuğunda oldukça küçüktü. Aile tekrar İtalya'nın yolunun tuttuğunda Vieri, Marconi Juniors takımında futbola alışıyordu. Ayağına top değen herkesin büyülendiği gibi Vieri'de büyülenmişti ve futbol zehri damarlarında dolaşmaya başladı. İtalya'da 1989 yılında, 16 yaşında giymeye başladığı Prato formasını 3 sene boyunca terletti ama sadece 7 resmi maçta 1 gol attı. 1990 yılında Torino'ya geçen Vieri için bu bir başarıydı çünkü Seria B yi pas geçip direk bir Seria A takıma transfer olmuştu ve yaşı henüz 20 idi. Torino'da geçirdiği 2 senede attığı gol sayısı yine sadece 1 olan Vieri 6 maçta forma giymişti bu dönemde.

Az forma şansı bulması ve haliyle az gol atması sonucu Seria A dan ayrılmak zorunda kaldı. 1992 yılından 1999 yılına kadar hiç bir sene arka arkaya aynı formayı giymedi Vieri. Sırasıyla Pisa, Ravenna, Venezia, Atalanta, Juventus ve Atletico Madrid takımlarının formasını ıslattı.

Pisa'da 18 maçı 2 golle tamamladıktan sonra, Ravenna forması ile 32 maçta 12 gol atma başarısı gösterdi. Venezia'da maç başına gol ortalaması 0.00431 daha yükselti ve 29 maçta 11 gol attı. Bu oran(!) ona Atalanta'nın kapılarını açtı ve siyah-mavi forma ile 19 maçta 7 gol attı.

Belki de hayatının transferi yaptı ertesi sezon. İtalya'nın ligi sürekli domine eden ve her kulvarda başarıyı hedefleyen kulübü Juventus ile anlaştı. Burada geçirdiği sezonda 23 kez sahaya çıkan Vieri takımının şampiyonluğuna 8 gol ile katkıda bulundu. Avrupa maçlarında ise 10 maçta 8 gol atarak Alen Boksic ile birlikte en çok gol atan futbolcu unvanını aldı. Kariyerindeki ilk şampiyonluk ve UEFA Süper Kupa şampiyonluğu sonrası Juventus'tan adeta kovulan Vieri için rota artık İspanyaydı.

"Dönüm noktası" demek ne demekse tam anlamıyla odur Vieri'nin Madrid macerası. Adı unutulmak üzereyken inanılmaz bir grafik yakaladı ve 24 maçı 24 golle tamamlayarak La Liga'nın gol kralı oldu. Avrupa arenasında ise 7 maçta 5 gol attı ve bu gollerden Paok'a attığı onun adını manşetlere taşıdı.

1998 Dünya Kupasında İtalya kadrosunda yer alması kimse için sürpriz değildi. Çünkü adı ölümsüzleşmişti İtalya için. Moldova maçında İtalya'nın 1000. golünün adı "Christian Vieri"idi. Aynı formunu Dünya Kupasında da sürdürdü ve 5 gole imza attı. Kupanın gol kralı ise 6 gollü Davor Şuker olmuştu. Çeyrek Finalde kupanın şampiyonu Fransaya penaltılar ile elendiler ancak Vieri küllerinden yeniden doğmuştu.

1998-99 sezonu için İtalya'ya gerdi döndü Vieri. "Gökmavi forma" ile Lazio için 22 maça çıkan Vieri 12 golle sezonu tamamladı. Bu şimdiye kadar Seria A yakaladığı en iyi istatistikti. Tarihi gollere imza atan Vieri, Lazio ile son kez düzenlenen Kupa Galipleri Kupası zaferini kutlarken, adı yine son maçta gol atan oyuncu olarak Nedved ile birlikte tarihe geçti.

İnter 45milyon€ ödeyerek Vieri'yi renklerine kattı. Bu transfer Vieri içinde bir ilkti çünkü ilk defa bir takımda 1 sezondan fazla forma giyecekti ama bunu henüz kendiside bilmiyordu. İnter ile 144 maça çıkan Vieri fileri tam 104 kere havalandırırken aralıksız 6 sezon formayı üstünden çıkarmadı.

Sıfırdan attığı gol ile zirveye çıkan Vieri için artık düşüş zamanı gelmişti. Sakatlıklar sonrası son sezonunda 27 maçta 13 gol atan Vieri ertesi sezon Milan kentinin diğer büyük kulübü AC Milan'a transfer oldu. Burada 8 maçta sadece 1 gol attıktan sonra Monac0, Atalanta, Fiorentina ve tekrar Atalanta arasında gitti geldi. 4 sezonda attığı gol sayısı sadece 13'tü ve bu rakam İnter'deki son senesinde attığı gole eşitti.
Bir ara adı Bursaspor ile anılan Vieri şuanda boşta ve Blackburn Rovers ile antrenmanlarına devam ediyor.

İstatistiklerine baktığımızda Jardel kadar bitirici olmayan ancak fiziği, hız ve attığı sansasyonel golleri ile ya sevilen ya da "nefret edilen" bir futbolcu portresi var karşımızda. Gazetecilerle girdiği polemiklere kendisini manşetlerde tutsa da bu Gökhan Şükür-Seda Sayan birlikteliği kıvamında bir tutunmaydı.

"Kriket için futbolu bırakırım ama futbolda kazandığım kadar kazanırsam" dediğinde Avusturalyada geçen 15 senenin bilinç altına ne kadar yerleştiğini gözler önüne seriyor. Gazetecilere "Kendinizi ne sanıyorsunuz? Hepinizi toplasam bir adam etmezsiniz." gibi sözler sarf etmesi de egoistliğin ve kendi beğenmişliği sınırlarını zorluyor.

Sahadaki egoistliğini anlamak kolay çünkü "iyi golcülerin hepsi egoisttir" yaklaşımı ile büyüdük ancak megalomanlık konusunu anlamakta zorluk çekiyorum. Bir teknik adamı hatırlatıyor bana. (Bkz:Terim)

Sıfıra inen kariyerini sıfırdan attığı bir goller kurtaran adamın hikayesi bu. Roberto'nun oğlu, Massimiliano'nun abisi. Biraz Avustralyalı biraz İtalyan ama tam bir golcü.

Küçük bir not : Massimiliano Vieri ilk kez Avusturalya formasını Türkiye'ye karşı giydi. Böylece aynı anne babanın çocuklarından biri İtalyan diğeri ise Avusturalya forması giydi.

10 Temmuz 2009 Cuma

Türkiye'nin En Çok Tanınan Takımı : Galatasaray

Geçenlerde "hangi takımın taraftarı daha çok" incelemeleri medyada oldukça yeraldı. Ve genelde Galatasaray ağırlıklı bir tablo sunuldu önümüze. Nasıl ve neden bir takımın taraftarı olunur anlatmaya gerek yok. Galatasaray'ın kazandığı UEFA Kupası ve 1996-2000 arası lig şampiyonlukları bu günkü tabloda oldukça etkili. 3 sene içinde 3 takım değiştiren insanlar tanıdım. Ama sonuç ne olursa olsun başarının karşılığı bu.

Çoğu kimse Galatasaray'ın UEFA zaferini yeterince maddi gelire dönüştüremediği konusunda hemfikir. Ancak bu dönümüşü sağlayamamak Galatasaray'ın başarılarını gölgelemez. Biz kendi içimizde kısır kavgalara tutuşmuşken futbolda inanılmaz bir dönüşüm yaşanıyor ve futbol paralı ellerin oyuncağı olma yolunda son sürat ilerliyor. İnternetten sonra dünyadaki en küresel unsur "futbol".

Yukarıdaki resim yaklaşık 1 hafta önce Prag'ta hediyelik eşya satan bir dükkanda çekildi. Dikkatinizi çekmiştir. Dünya futbol sahnesinin büyük kulüpleri ile birlikte ülkemizden sadece "Galatasaray" bu karede yer alıyor.

Tesadüf mü? Pek sanmıyorum.