30 Nisan 2009 Perşembe

Az Hata Yapan Kazanır


Dün gece hafif bir yağmur altında Haliç'in kıyısında Sütlücedeki halı sahadaydık. Satış ekibinin oluşturduğu beyaz takım ile muhasebe ağırlık mavi takım kozlarını paylaştı. Bu maç aynı zamanda bu hafta sonu oynanacak Beşiktaş - Fenerbahçe maçına da bir göndermeydi. Favori her zaman kazanamaz.

Beyaz takım Oktay,Fatih,Volkan,Cenk,Tuna,İhsan ve Serdar'la maça başlarken, Mavi takım Tayfun,Murat, Çağrı,Tuncay,Kerem(Cihan),Umut ve Deniz'den oluştu.

Genel olarak topa hakim olan ve bol pas yapan beyaz takım maçın hemen başında Tuna ile golu buldu. Futbol adına doğruları belki de sürekli birlikte oynadıklarından olsa gerek beyaz takım yaptı. Benimde oyuncusu olduğum mavi takım ise genelde kişisel beceriler ve uzun toplarla gol aradı. Bu maçtan çıkacak en önemli sonuç doğruları fazla yapan değil yanlışları az yapan takımın kazanması.

Gecenin en güzel golünü beyaz takımdan Volkan attı. Sağ kanattan gelen ortaya "voleşata" ile muhteşem bir vuruş yaptı. Mavi takımdan Deniz'in kafa ile attığı gol de 12 gol içinde en güzel 2. goldu.

Maçın vukuatsız geçmesinin en büyük sebebi ise tarafsız düdükleri ile Doğan Babacan'ı andıran Şaban Bayrak'tı. Saha içinde bir otorite olması gereksiz gerginliklerin önüne geçti.

Çağrı,Deniz,Umut üçlüsünün ilerideki performansına defansta ayak uydurunca önce fark kapandı, ardından mavi takım lehine açıldı.

Beyaz takım Fatih'in sert şutlarında kaleyi bulamadı, net 2-3 pozisyonu da harcayan beyaz takım bu sonuca razı oldu.

Maçın sonlarına doğru dizinden sakatlanan Tuna'ya geçmiş olsun diyoruz.

Maç sonunda Babacan hakem Şaban Bey'in dağıttığı tatlılar sahadaki bütün yorgunluğu aldı.

29 Nisan 2009 Çarşamba

Paul Gascoigne - Gazza

Eski zaman. Adsl yok. 33600 modemlerle, bilim kurgu filmi efektleri arasında bağlanıyorduk internete. Masaüstünde duran MIRC simgesine tıklamak için sabırsızla bekliyorduk o iğrenç sesin bitmesini. Ve sıra o sanal aleme dalmaya geldiğinde bir takma isim seçmek gerekiyordu. 5 harfe bastım tereddütsüz. "GAZZA"

Gazza'yı ilk kez İtalya 90'da ağlarken görmüştüm. O zamanlar futbol bizim için iki taştan yapılmış kalenin içine plastik topu sokmaktan ibaretti ve iyi oynayanların mutlak mevkisi forvetti. Ama Gazza orta sahalarında gol atabileceğini öğretmişti bana. İleri ki zamanlarda futbolu daha iyi kavradıkça Gazza'ya olan hayranlığım da arttı. Hem İngiliz olup hem de teknik olmak kendisine özgü bir özellikti. Çünkü bize sadece Brezilya ve Türkiye'nin teknik olduğu öğretilmişti.

1985 yılında Newcasle ile sözleşme imzalayarak futbol hayatına başlayan Gazza, 1988 yılında rekor bir ücretle Tottenham'a transfer oldu.İtalya 90'da gösterdiği performansla takımını yarı finale kadar taşıdı. Daha sonradan öğrendim ki o televizyonda ağlayan Batı Almanya maçında kırmızı kart gördüğü için ağlamıştı. İngiltere milli takımında oynadığı 50 maçta 17 gol atan Gazza 1992 yılında Lazio'ya transfer oldu. 43 maçta 6 gole imza atan Gazza İtalyada 1995'e kadar futbol oynadı. Pek parlak geçmeyen İtalya yıllarında 94-95 sezonunda fazla görev alamadı ve İtalya'daki son sezonu oldu.

Lazio'dan ayrılan Gazza, G.Rangers'a transfer oldu. İlk sezonunda Aberdeen ile oynanan şampiyonluk maçında 1-0 yenilgiden yaptığı hat-trick ile takımına şampiyonluğu getirdi.Bir sonraki sezonda da takımını sırtlayan Gazza şampiyonluğun yanına Lig Kupasını da ekledi. Ranger formasıyla çıktığı 70 maçta tam 30 gol attı Gazza. 97-98 sezonunda IRA'dan altığı tehditler yüzünden Rangers'tan ayrıldı.

Amerika 94'ü sakatlığı yüzünden pas geçen İngliz, Euro 96'da Rangers'taki performansı sayesinde kadroda kendine yer buldu. İkinci maçta İskoçya'ya turnuvanın en güzel golünü attı.Grubun son maçında ise Hollanda'yı 4-1 yendikleri maçta 2 asistle maçın yıldızı oldu. Çeyrek finalde İspanya'yı geçen Gazza'nın takımı tarihi tekerrür ettirdi ve İtalya 90'da yarı finalde penaltılarla elendikleri Almanya'ya aynı şekilde elenmekten kurtulamadı.

1998 yılında Tuncay'ın şu anda formasını giydiği Middlesbrough'a geçti ve aynı sezon takım Premier Lige çıktı.Daha sonra 2 sezon Everton ve bir sezonda Burnly forması giyen Gazza Amerika ve Çin maceralarının sonrasında futbola veda etti.

Çılgınlıkları ve hırçınlıkları her zaman futbolunun önüne geçti. Saha içindeki zekasını saha dışında sanki kaybediyordu. George Best, Gazza için IQ'su forma numarasından daha küçük demişti. Şu anda alkol problemi yaşayan finansal açıdanda tam anlamıyla batmış durumda. Yine de her zaman sempatik olmayı başarmış futbolcu olarak hafızalara kazınacak. Bir kaç taşkınlığını yazmazsak Gazza'nın bir yarısını hatta yarısından fazlasını atlamış oluruz.


İngiltere adına milli maç oynadıktan 1 saat sonra milli forma ve kramponlarla pub'ta görüldü.
Lazio'da oynarken kendisinden yorum istendiğinde mikrofona büyük mutlulukla uzunca geğirdi ve 9 bin pound ceza aldı.
En iyi arkadaşı Jimmy Gardner'a bir travestiyle randevu ayarladı ancak Gardner onun travesti olduğunu bilmiyordu.
Kendine kart gösteren hakemin koltuk altını kokladı.
Hakemin düşen sarı kartını alıp hakeme gösterdi ve doğal olarak kart doğru ele geçince sarı kartı gören kendi oldu.
Üzerinde sadece çoraplarla Middlesbrough kantinine gidip öğle yemeği siparişi verdi.
Rangers'da oynarken uyumakta olan arkadaşı Richard Gough'un üzerine işedi.
Lazio'da oynarken Roma'da ayağa kalkıp, gazetecilerden tam sessizlik istedi ve sonra çok gürültülü bir şekilde gaz çıkardı.

Sahalarımızda Görmek İstediğimiz Hareketler


25 Nisan 2009 Cumartesi

Ben Sana Futbolcu Olamazsın Demedim...



Yazılı basında skandal manşetlerinin kahramanları yıldan yıla değişse de içerik olarak yaşananlar genelde aynı. Üzerine filmler yapılmış, “milli futbolcuyum sürünüyorum devlet bana para versin” belgeselleri çekilmiş ama sonuç maalesef bu güne kadar hiç değişmemiş.

Şu sıralar Arda, Sabri, Batuhan manşetlerin özneleri. Geçmişte Sergen, Yusuf, Tarık gibi futbol dışı olaylarla gündeme gelen futbolculardan sadece birkaçı futbol yaşantılarının sonunda hedefi düşmemek olan bir takımda yer aldılar.

Türkiye’nin en sempatik futbolcusuyken en itici futbolcusu olmayı başaran Arda Turan, geleceğin Hakan Şükür’ü iken şimdi diskoteklerin aranan futbolcusu olan Batuhan, Sabri için iyi bir şey bulamadım ama militan ruhlu bir futbolcu...

Türkiye'de üniversite mezunu futbolcu sayısının azlığından kaynaklanan sorunlardan biri de futbolcunun yaşadığı değişime ayak uydurmakta zorlanması. Kolej veya Anadolu Lisesinde okuyan öğrencilerin futbolu birincil meslek olarak seçememeleri talebi daha çok varoşta yaşayan çok çocuklu ailelerin fertleri ile doyuruyor.

Teknik, taktik, fizik antremanları alan oyuncular mental olarak eksik kalıyorlar. Sadece futbol topu ile ilgili eğitim almak futbolcunun gelişiminde yetersiz kalmaktadır.

Nasıl orta yapılacağını öğrenen bir genç futbolcunun, kazandığı parayı nasıl harcayacağını öğrenmediği zaman yapacağı orta sayısı ister istemez azalacaktır. Kulüp tesislerine antreman için gidecek parayı bulamazken birden para ve şöhrete kavuşan futbolcuların buna önceden hazırlanması gerekir.

"Sövmeyen Barınamaz" Vol:1 - Rasim KARA


Türk futbolu sayıp söven, maço tipli hocalardan çok hoşlanıyor. Türk Milli Takımı’nın hocası bir basın mensubunun bıyıkları ile ilgili fantaziler kuruyor ve yine de o koltukta oturuyorsa demek ki “sövmeyen barınamaz”

Basiretsiz yöneticilerinin klavuzu olmuş bu söz öbeğine uyan ilk hocamız; Rasim Kara.

Rasim Kara 10 Haziran 1950 ‘de Eskişehirde doğdu. Kariyerine UşakSpor’da başlayan Rasim Kara sırasıyla Bursaspor ve Beşiktaş’ta kalecilik yaptı. 1984’te futbolu bırakıp teknik adamlığa soyundu. Bir süre Antalyaspor’u çalıştıran Rasim Kara daha sonra Türk Milli Takımında Fatih Terim ile birlikte çalıştı. 96 Avrupa Şampiyonasından sonra Fatih Terim’i alan Galatasaray yönetimine nazire yaparcasına Beşiktaş yönetimide Rasim Kara ile anlaştı. Rasim Kara ile iyi bir sezon geçiren Beşiktaş o sezon ligi ikinci sırada tamamladı. Avrupa kupalarında ise en iyi sezonlarından birini geçirdi. O sezon kadroda Mrmiç, Yankov, Amokachi gibi yabancı oyuncuların yanı sıra , Ertuğrul Sağlam, Sergen Yalçın , Mehmet Özdilek , Recep Çetin, Oktay Derelioğlu gibi pek çok kaliteli oyuncu bulunmaktaydı. Belki de Rasim Kara’nın en büyük şansızlığı şampiyonluğu kaptırdığı Galatasaray’ın o sezon Hagi’yi transfer etmesiydi.

Ligi 74 puanla ikinci bitiren Rasim Kara’nın görevine nedensiz, gereksiz, vizyonsuz bir şekilde son verildi ve yerine Benjamin Toshack getirildi.

Beşiktaştan ayrılan Kara sırasıyla Bursaspor,Çanakkale Dardanelspor, Rizespor, Kocaelispor, Yozgatspor ‘da görev aldı. 2002-2003 sezonu için Kanada’nın Ottowa Wizards takımıyla anlaşan Kara, 2004 yılında Azerbaycan’ın Hazar Lankaran takımını çalıştırmak için tekrar bir deniz ötesi yolculuk yaptı. 2007-2008 sezonunda Karabağ’ı çalıştıran Kara 2008 yılında Hazar Lankaran’a geri döndü.

10 sene boyunca Türk Milli Takımında yardımcı hocalık yapan Kara’nın Türk Futboluna en büyük hizmetlerinden biri dönemin birinci adamı Piontek ile birlikte ülkemize kaleci antrenörlüğü kavramını sokmasıdır.

Beşiktaş’tan ayrılması Türk Futbolu için büyük bir kayıp olarak görülebilecek Kara “Sövmediği için barınamayan”lardan. Belki de karizması yoktur, kim bilir…

23 Nisan 2009 Perşembe

EKSİK PARÇAYA ÖVGÜ


2003 yılında İzmir Kitap Fuar’ında adı ilgimi çektiği için almıştım “Eksik Parçaya Övgü”yü. Antoine Bello tarafından yazılmış kitabı çabucak okudum.Adı kadar etkileyeci bir kitap olmasada kurgu ve teknik olarak oldukça ilgi çekici.

Eksik Parçaya Övgü, birbirleriyle ilgisiz görünen olaylar ve cinayetleri bir yapbozun parçaları olarak ele alıyor. Yapbozu meydana getiren parçalardan biri çok büyük bir ipucu... Bu da yapbozda eksik olan parça. Antoine Bello dikkatimizi işte bu eksik parçaya çekiyor ve okuru yapbozu bitirmeye davet ediyor.

Türk futbolunda yaşanan kimi olayları birbiriyle ilişkilendirmeye başladığımızda ortaya Antoine Bello’nun anlattığına benzer bir hikaye çıkıyor.Birbiriyle alakasız düşündüğümüz kimi olayların perde arkasını birleştirecek zekada bir Futbol yönetimi Türk Futbolundaki eksik parçayı bulabilir ve resmi tam olarak gözlerimizin önüne serebilir.

Beşiktaş – Çaykur Rize maçındaki taraftar cinayeti , Fenerbahçe – Az Alkmar maçında yaşanan bıçaklama olayları, alt liglerdeki şike söylentileri ve meçhul çantalar, teşvik primi verdim diye prim yapan Tv şarlatanları, Galatasaray – Fenerbahçe maçındaki suni sağanak yağmur, Lincon ve Roberto Carlos’un locadan şaşkınlıkla izlediği arbede…

Eksik Parçayı Övmek Tv’lerin reyting kaygısından kaynaklanıyor. Eksiği övmenin kolaycılığı içinde eriyen programlar işin artılarından uzaklaşarak futbolun çirkin yüzü ile bizi karşı karşıya bırakıyor. Bunca çirkinliğin cezasının negatif etkisi, iyiye ödülün etkisinden daha ağır basıyor ve eksiği övmek parçanın kalanın değerini düşürüyor.

Türk Futbol’unun yöneticileri bunca çirkinlik içinde bütünü kirleten parçayı saptamaktan aciz oldukça ne eksiği bulabilirz ne de Eksik Parçayı Övmekten vaz geçebiliriz.

15 Nisan 2009 Çarşamba

Hillsborough Felaketi


15 Nisan 1989'da yaşanan Hillsborough Felaketi İngiliz futbolu başta olmak üzere Dünya futbolunun yaşadığı en büyük facialarından biri. Her sene 15 Nisan’da 96 kişinin hayatını kaybettiği Hillsborough Felaketi'ni anma günü. Liverpool ile Nottingham Forest arasında oynanan FA Kupası yarı final maçının 6'ıncı dakikasında yaşanan olaylarda tamamı Liverpool taraftarı 96 kişi hayatını kaybetti ve bu felaket her sene hiç aksatılmadan İngiltere ve Avrupa futbolunun birçok önde gelen ekibi tarafından anıldı. Felaket, Sheffield Wednesday'in stadyumu olan Hillsborough'da yaşandığı için tarihe Hillsborough Felaketi olarak geçen trajedinin anısına her sene Liverpool, Sheffield Wednesday, Nottinghan Forest taraftarı Liverpool'un sahası Anfield Road'da toplanarak 2 dakikalık saygı duruşunda bulunuyor.

Çin İşi Turkcell Süper Lig - Aldatılıyoruz


Göz göre göre aldatılıyoruz. Futbol oynuyoruz diye bize palavra atıyor her hafta takımlarımız. Buna Milli Takımımız da dahil.İstatistiklerde var mıdır acaba Süper Lig’te her hafta oynanan 9 karşılaşmada kaç kere 3 pas ve fazlası yapılmış. Ceza alanı dışından kaç şut atılmış kaçı gol olmuş? Şampiyonlar liginde oynanan Chealsea – Liverpool karşılaşması bir futbol maçı ise Turkcell Süper Lig’te oynanan karşılaşmalara başka bir ad bulmak gerekir. Yıllarca Avrupa Kupaları ve Milli maçlar öncesi “Fizik olarak güçlü rakibimizi tekniğimiz ile yeneceğiz.” muadili demeçler dinledik. Genelde de sonuç hüsran oldu. Türk Futbol Tarihi’nin en önemli karşılaşmalarından sürekli hezimetle ayrıldık. Zaman zaman göz kamaştırıcı performanslarımız oldu ancak istikrar yakalayamadık.


Her hafta evinizde ayaklarınızı uzatarak Turkcell Süper Lig’teki maçları izlemenin aylık maliyeti 65 TL civarı, İspanya LaLiga, İtalya Serie A, Almanya Bundesliga, Fransa Ligue 1’i izlmenin maliyeti ise sıfır. Bu liglerdeki bir maçı izlediğimde Digitürk’e verilen LigTv bedelinin sorgulanması gerektiğini düşünüyorum. Kötü futbolu cezalandırmak bir yana dursun “Bu haftalarda iyi futbol beklememek lazım” diyerek ödüllendiriyoruz. “3 maçta teknik adam nasıl harcanır?” kitaplarının yöneticilerin baş ucunda durmasıda kötü futbola davetiye çıkartıyor. Teknik adamlar kovulmamak için beraberliği telkin ediyor oyuncularına, spor yorumcuları reyting kavgası içinde konun özünden sapıyor ve böylece diğer kalburüstü liglerle aramızdaki fark açılıyor.


Digitürk’ün yeni spor kanalı Spormax. Spormax’i izlemenin aylık bedelinin 85 TL civarı. Yani siz Premier Lig’i izlemek için Turkcell Süper Lig’e ödediğiniz paradan fazlasını ödemek zorundasınız. Oynanan futbol kalitesine bakıldığında Premier Lig’in yanında eşantiyon gibi duruyor ligimiz.


Futbolcusundan,teknik adamına, yöneticisinden, taraftarına sadece ve sadece futbol talep etmeye başladığımız zaman ligimiz eşantiyon olmaktan çıkabilir.

14 Nisan 2009 Salı

Ali Sami Yen'in Sızlayan Kemikleri

1985’ten bugüne Avrupa Futbolunda pek çok değişim oldu.Hem oyunun içinde hem de dışında yaşanan bu değişimlerin kimileri kendiliğinden doğal seyrinde, kimileri ise faciların yol açtığı acıların sonucu zorunlu olarak yapıldı. Nasıl ki Avrupada demokrasi pek çok savaş ve kanla olgunlaşmış ise futbol kültürüde kan ve ölümle olgunlaştı. 29 Mayıs 1985 tarihinde Brüksel’deki Heysel Stadında yaşananlar futbolu yönetenleri tekrar düşünmeye ve tedbirler almaya itti. İngiliz holiganiziminin doruk noktasıdır Heysel Faciası. Juventus ve Liverpool arasındaki Şampiyon Kulüpler Kupası Finalinde, İngiliz taraftarların İtalyanlara saldırması sonucu çıkan kargaşa ve panikte bir duvarın çökmesi sonucu tam 38 İtalyan ve 1 Belçikalı taraftar hayatını kaybetti. Bu facia sonrası İngiltere’ ye ve İngiliz takımlarına 5 yıl resmi müsabakalardan men cezası verildi. Liverpool takımı ise 8 yıl men cezasına çarptırıldı. İşte bu olay bir milat oldu.


12/04/2009 tarihinde oynan dünyanın en büyük derbisini canlı yayınlayan İspanyol CANAL+ televizyonu yayınına spikerin şu sözleri ile son verdi. “Aman, aman... Büyük bir facia gelebilir. Aşağıda yüzlerce insan var. Hiçbir güvenlik önlemi alınmayan zavallı bir derbi izliyoruz.Böyle bir derbi olamaz. Zaten uzatma dakikaları, hakem maçı bitirecek. Biz futbol vermek istiyoruz”


Saha içinde yaşananlara bin bir türlü kılıf uydurabiliriz.22 tane futbolcu ismi sıralayıp her birinin yaptığı hatalar üzerinden bir çıkarıma da gidebiliriz. Ama bunların hiç biri, o, ne için yapıldığı anlaşılmayan tentenin altında binlerce taraftarın ölüm tehlikesi geçirmesini haklı çıkarmaz.


Sahaya atlayan göbekli Arda’lardan tutun da o tentenin üstünde zıplayan taraftarlara hangi ölçütler içinde yargılarsanız yargılayın tek bir haklı yön bulamazsınız. Futbolun bir temeşa-gösteri sanatı olduğunu anlamadığımız sürece bu tür olayların ardına geçme şansını sürekli kaçırıyoruz. Futbolun oynandığı yere stadyum diyoruz, yani stadyumlar futbolun sahnesi sahibi olduğu takımın vizyonu. İnsanlar girdikleri kapının ardına göre davranış biçimlerini genel olarak değiştiriler. O girilen kapının arkasında nasıl davrılması gerekiyorsa öyle davranmak zorundasınızdır. Yoksa o toplum sizi dışlar ve bir daha içine almaz. Bizim stadlarımız ise terk edilmiş, yıllarca devlet tekeline bırakılmış, kulüpler için angarya olmuş, 15 günde bir kullanılmış, bir deşarj olma, ötekileşme yeri olarak kullanılmış. Bu derbideki olayların belki çok daha fazlası alt liglerimizde yaşanıyor. Ama ülkemizde hala bir spor polisi kavramı yok. Aslında bir futbol ahlakıda yok. Bunda temel sorunun sorumlusu 22 futbolcu olamaz. Bu derbide bir Ali Sami Yen Faciası kıl payı atlatıldı, kimse ölmedi ancak 100 yıllık “ezeli rekabet ebedi dostluk” tarih sayfalarındaki yerini aldı.

13 Nisan 2009 Pazartesi

Fifa Treni Kaçtı Yaşasın Fifi World Cup



Son İspanya yenilgileri sonrası Güney Afrika trenini yakalamamız oldukça zor görünüyor. Fifa Dünya Kupasını biraz buruk izleyeceğiz sanırım. Fatih Terim'in egosuna kurban ettiğimiz Fifa'nın yerine Fifi Dünya Kupası'nda KKTC'yi desteklemekle avunacağız.


NF-Board tarafından düzenlenen Fifi Dünya Kupasının katılımcıları diplomatik olarak tanınmayan ülkeler.


KKTC, Laponya, Kosova, Monako, Tibet, Zanzibar, Roma (Çingeneler), Çeçenistan, Jersey, Gronland, Tuvalu, Sankt Pauli gibi haritada yeri bile bilinmeyen ülkeler NF-Board tarafından bir çatıda toplanmış. Finansal olarak hiç bir getirisi olmayan kupayı en çekici yapanda bu sanırım. 2 yılda bir düzenlenen kupanın son şampiyonu KKTC.


Ne futbolcular ne de teknik adamlar profesyonel. Örneğin Zanzibar'ın teknik direktörü ünlü Alman komedyen Oliver Pocher. Almanya'nın Cem Yılmaz'ı olarak adlandırılabilecek Pocher'e bir röportajda şu soru yöneltiliyor. "Teknik direktör olarak Zanzibar'da ciddiye alınıyor musunuz?" cevap Fifi World Cup'ın ruhuna çok uygun. "Hayır. Bu nedenle Almanya teknik direktörü Jurgen Klinsmann ile aynı problemi yaşıyorum."


Bu turnuvada pek çok tabuda yıkılmış, ellerinde çocuklarla saha çıkan futbolcuların elinden bu sefer, genç kızlar tutmuş. İlk maçta Sankt Pauli Cumhuriyeti, Tibet'i 7-0 gibi bir skorla mağlup edince, St. Pauli taraftarları "Misafir takıma bu kadar gol atılmaz, bu St. Pauli misafirperverliğine yakışmaz" diyerek, ikinci maçta rakibi desteklemiş. Kuzey Kıbrıs ile Zanzibar arasında oynanan final maçının hakeminin göğsünde ise FIFA kokartı yerine "Benim müşterek bahis 'oynamam' mümkün olamaz" yazısı varmış. Her yönü ile ilginç olan bu turnuvayı canlı izlememiz pek mümkün görünmüyor ancak yine de umutsuz olmamak gerekir.
2009 Fifi World Cup'a bu sene Padania ev sahipliği yapacak.


Detaylı bilgi için http://www.nf-board.com/

10 Nisan 2009 Cuma

Geçmişini Arayan Efsane...


Ülkemiz futbolu dönem dönem iyi jenerasyonlar yakalamış ve jenerasyonlardan bazı futbolcular hem kendi isimlerini hemde takımlarının isimlerini tarihe kazımışlardır. Bu izi silmek için bir başkasının gelip daha derin izler bırakması gerekir. Ülkemizde Emre – Suat - Hagi üçlüsünün orta sahadaki performansına diğer futbolcuların eklenmesiyle Galatasaray’ın yükselttiği çıtaya henüz ulaşan ulaşan başka bir kulüp yok buna Galatasaray’ın kendisi de dahil.

Avrupa’da ise bir jenerasyon var ki hem takım olarak hem de elde ettikleri başarılar sonrası yaptıkları transferlerle bireysel olarak başarılarla dolu bir futbol yaşamı sürdüler. Kimileri bıraktı futbola saha kenarından teknik adam olarak devam etti kimileri ise hala başarılı kulüplerde futbol yaşantılarını sürdürüyorlar.

Bu jenerasyon bir çoğunuzun tahmin ettiği gibi 24 Mayıs 1995 tarihinde Milan’ı devirerek Şampiyonlar Ligi Finalini kazanan Hollanda’nın Ajax Klübü. Başarılara alışık olan bu kulüp hiçbir zaman bu kadar yıldız futbolcuyu aynı kadroda barındırmamıştı. Aslına bakarsanız barındıramadı da. Bordeux’un başına gelen Ajax’ın da başına geldi ve futbolcuları Avrupa futbol piyasasında inanılmaz rakamlara alıcılar buldu. Finansal olarak büyük bir kazanç sağlayan Ajax takımının 24 Mayıs 1995 ten sonra Avrupa Kupalarındaki tek başarısı Galatasaray’ında sahibi olduğu Süper Kupa oldu. Daha önce 5 kere Şampiyonlar Ligini(4 Tanesi Şampiyon Klüpler Kupası), 1 kere Kupa Galipleri Kupası ve 1 kerede UEFA Kupasını kazanan Ajax aradan geçen 14 sezonda sadece lokal başarılarla yetinmek zorunda kaldı.

İşte O efsane kadro.

KALECİ
Edwin van der Sar
DEFANS
Michael Reiziger
Danny Blind
Frank Rijkaard
Frank de Boer
Winston Bogarde
ORTA SAHA
Clarence Seedorf
Edgar Davids
Ronald de Boer
Finidi George
Marc Overmars
FORVET
Jari Litmanen
Nwankwo Kanu
Patrick Kluivert

Bir Dünya Derbisi


footballderbies.com sitesinin araştırmasına göre Galatasaray-Fenerbahçe derbisi dünya üzerinde ki en ezeli derbi. Site derbileri üç katagoriye ayırmış. Aynı şehrin takımlarının derbileri, bölgesel derbiler (Karadeniz Derbisi gibi) ve ezeli rekabetler.

Şehir takımlarının derbilerilerini sıralarsak

1 – Fenerbahçe – Galatasaray
2 – Boca Junior – River Plate
3 - Celtic FC – G. Rangers

Dünya derbisi bu hafta, 12/04/2009 tarihinde Ali Sami Yen Stadında oynanacak, bu sezon yedi maçta stadı tam kapasite dolduran Galatarasay taraftarı 8. kez stadı ağzına kadar dolduracak.Türkiye’de milyonlar karşılaşmayı televizyon ekranlarından takip edecek. Tartışmalar maçtan günler sonra da devam edecek. Kendi kendimize eğleneceğiz. Dünya derbisene 2 gün kala iki takımında şampiyonluk yarışında rakiplerinin gerisinde kalmasının vermiş olduğu burukluk spor sayfalarınada yansıyor. Sezonun ilk yarısındaki heyecan pek gözlenmiyor.

Gelelim asıl konuya. Dünyada derbileri sıralamasında Boca Juniors – River Plate maçı 2. sırada. Ancak tüm dünyada bu derbiyi izlemek mümkün. Hemen hemen tüm ülkelere bu maç pazarlanıyor ve izleyici sayısı milyarlara dayanıyor. Ve bu klüplerde 1905 ve 1901 yılında kurulmuş Onların da rekabetleri 100 yılı geçiyor aynı bizim gibi.

Peki biz nerede yanlış yapıyoruz? “Dünya büyükse, biz de büyüğüyüz” diye kendi kendimize propaganda yapma konusunda başarılı olduğumuza şüphe yok –ki bu cümleleri dış ses olarak Fatih Terim’den duymak insanın tüylerini diken diken ediyor. Peki büyük dünyanın kaçının bu derbiyi izleyeceği konusunda fikrimiz var mı? En azından kesin rakamlara ulaşamasakta, dünyanın 1. derbisini dünya üzerinde izleyeceklerin sayısı dünyanın 2. derbisinin izleyicilerinin sayısından az olacak.

Kendi propagandamızı kendimize yapmaktan vazgeçip bu 100 yıllık ezeli rekabeti dünyaya canlı yayınlamak için gerekli çalışmalara bir an önce başlamak gerekir. Bu şekilde, dünya üzerisinde iki takımın da bilinirliklerin artacak, bu bilinirlik takımlarımıza hem maddi hem manevi pek çok fırsatın kapılarını açacaktır.

2 Nisan 2009 Perşembe

İ.MANSIZ'DAN "AMAN"SIZA..

2002'deki "hiç bir Avrupa takımı ile oynamadan"! kazandığımız Dünya 3.'lüğünün
ardından 7 sene geçti.Bu süre içinde 2004 ve 2008 Avrupa Şampiyonası ve 2006 Dünya
Kupası oynandı ve biz bu 3 büyük turnuvanın sadece bir tanesine katılmaya hak kazandık.
O turnuvada yarı finale kaldık ve yine her büyük başarı sonrası düşüş sendromuna yakalandık.Estonya ve Belçika maçlarındaki puan kayıplarını iki İspanya maçı telafi etmeyi arzuluyorduk.Her büyük maç öncesi gibi biz rakipten korkuyorduk ama İspanya bize saygı duyuyordu. İlk İspanya maçında Rıdvan Dilmen maçın Santiago Barnebau stadında oynanıyor olmasının sebebini İspanya'nın Türkiye'den çekinmesi olarak açıkladı. Del Bosque açıklamalarında bizden övgü ile söz ediyordu. Biz ne yaptık???
Reklam filmi çektik. Tüm dünya İspanya favori derken biz kendimizi favori ilan ettik. Ne de olsa Onları şampiyon yapan hocayı kovma arifesindeydik. Fenerbahçe'yi oynatamayan hocanın eseri olan takımı yenmek rüya değildi. Rüya ikinci maçın 70. dakikasından sonra kabusa döndü.
Maçtan önce bir reklam saldırısına maruz kaldık. "Biz kimiz?" "Amansız" ardı ardına yayınlandı.
Peki Sonuç? En son ne zaman "Aman"sız bir maç izlediğimi hatırlamıyorum. Malta,Estonya maçları dahil.
Sürekli "Aman, dikkat" "Aman Servet" diyordu spiker. Dün gece yine amansız bir maç izleyemedik.

Alala Turkie oldu adiós Turkie.