30 Eylül 2009 Çarşamba

Yani Hocam???

Şapkadan ne tavşan çıkaracak diye beklerken artık Denizli iyice abarttı ve sincap çıkartmaya başladı.

Bir takımın en çok şut çeken oyuncusu sağ beki olur mu? İbrahim Kaş; 1i kaleyi bulan 3 şut.

Tello'dan 10 numara yaratacaktık, niye Tabata'ya o kadar para verdik. Yoksa hoca istemedi mi Tabata'yı, al sana 10,5 numara mı dediler?

Eğer hoca istemediyse istedikleri niye alınmadı?

Serdar Kurtuluş, Ekrem kadar ön libero olamaz mıydı?

Ah be hocam, tarihe Çernobil'den sonraki en büyük kanser müsebibi olarak mı geçmek istiyorsun?
Ha bu arada Fink ile sözleşme imzalanırken teknik direktör kimdi?

Derinlemesine bir pas dahi atamamış bir takımı derinlemesine analiz etmek zaman kaybı.

Rekorunu kırdın, 3 büyüğü şampiyon yaptın. Şimdi ki hedef ne hocam? "3 kulvarda başarı"mı? Yoksa şampiyonlar liginde ilk puanı almak mı? 8 maçta sıfır puanla rekor sende zaten hocam.

Önümüzdeki günler ne getirecek bakalım.

29 Eylül 2009 Salı

. . . Dışarı ! ! ! . . . Dışarı ! ! !

Eto'o ya muz atar mısınız? Ya da Muntari'ye fındık fıstık. Top Henry'nin ayağındayken içinizden goril taklidi yapmak gelir mi?
Cevabınız hayırsa siz bir futbol seversiniz.
Peki ya Diyarbakırspor şehrinize geldiğinde sahada 11 tane eli silahlı teröris ve tribünde yandaşları mı var sanıyorsunuz?
İlk soruya cevabınız "hayır" ikincisine "evet" ise siz sadece futbolu seversiniz.
Cevabınız iki soruyada "evet" ise bu yazı size yazılmış demektir, umarım anlarsınız.
Bursa'da oynanan bir karşılaşmada birazda topluluk psikolojisiyle tribünden yükselen seslere kulak tıkamak mümkün değil. Daha bi ay önce Adana Demirspor, Livorno'yu konuk edecek diye nasıl da heyecanlıydık. Zaten orada da dillendirilmek istenenler hedefe ne kadar ulaştı tartışılır. Bursa Atatürk Stadından yükselen ses, alçalan başka değerlerin habercisi olması adına oldukça önemliydi.
Newcastle forması giyerken hakkında ırkçılıktan soruşturma açılan Emre için hepimiz " Bizde ırkçılık" yok dememişmiydik. Oysa gördük ve duyduk ki daha beteri var. Kendi takımını desteklemek yerine rakip takım için atıp tutmanın faturası her hafta PFDK tarafından kulüplere ödetiliyor ancak bu işten nemalananlara hiç bir şey olmuyor.

Ekvator, Gaziantep, Kayseri, Bağdat, Samsun, İstanbul, Icha, Venissieux, Purhus, İzmir. Bu illerde doğmuş sahaya Diyarbakır formasıyla çıkan ve "bebek katilleri" ile aynı kefeye konan futbolcular. Nerede doğduklarının da önemi yok önceliği insana verdikçe (Aslında var; belki takımdaki Diyarbakırlı oyuncu sayısının azlığıdır Süper Ligte kalıcı olamamalarının nedeni.)

Aileni, eşini, çocuklarını, ananı, babanı bırakıp bir yere çalışmaya gideceksin, taraftar sana "Pkk dışarı" diyecek. Peki dışarısı neresi? Dışarıda ne var? O dışardaken sen içeride mutlu olabilecek misin?

Tüm dünyayı birbirne bağlayan çok az şeyden biri futbol. Güney Afrika'da bir siyahi oyuncu ilk kez milli takımda oynadığında bu mesele de burada kapındı demişti pek çok kişi ve bu futbolun gücüydü. Ancak şu anda yaptığımız bile bile "ayağımıza sıkmak"tan başka birşey değil. Her insanın bir hayat görüşü, hayat karşısında refleksleri vardır. Ancak bunların yansıması, stadına misafir gelen takıma ve taraftarına "katil" demek değildir. O zaman ne farkımız kalıyor, Hitler'den, Cezayir'deki Fransızdan, Çeçenistan'daki Rusyadan, "Asala"dan, "Franco"dan, Bizi onlardan ayıran ne? Ne oldu bizim algılarımıza? "Katili" ve "maktulü" birbirinden ayıramayacak kadar peder mi indi gözümüze?
Söylesenize biz kim oldu böyle?

25 Eylül 2009 Cuma

Gerçek Gündem Bloglarda... FiFA U-20 WORLD CUP..


Eskiden güne futbolla başlamak için bir kaç spor sitesiyle başlardım ve bana servis edilenlerle yetinmek zorunda kalırdım. En nihayetinde bunlar ticari kuruluşlardı ve okuyucuya kendilerini okutmaları gerektiği için gündem "yaratmalıydılar."

Hala eski alışkanlığımı sürdürüyor sabahları spor gazatelerine hızla göz atıyor ve dalıyorum "futblog" alemine. Son bir kaç aydır fark ediyorum ki bloglar yazılı ve basılı medyanın fersah fersah önünde. Bu duruma şaşmamak gerek çünkü tüm spor basınında çalışan kişi sayısından çok daha fazla blog yazarı vardır. Herkes kendi "çöplüğünün" yazı işleri müdürü ve yazılar ticari olmaktan ziyade "amatör ruh" ürünü. Bu amatör ruhu, profosyonel ruha çevirmek isteyenlerimiz az değildir, ancak Mısır'daki U-20 Dünya Kupasına bloglarda gösterilen ilgiyi görünce bir kere daha anladım. Mümkünse amatör kalalım. Çünkü blogları basından bu amatörlük ayırıyor. Yazılı medyaya bir göz attığınızda iç sayfalarda bir kaç satırla geçiştirilen U-20 turnuvası bloglarda önemli yer tutuyor. Bu da futbloglarımızın futbolun evrenselliği noktasında yazılı basını geride bıraktığının bir ölçüsüdür.


U-20 turnuvasına gelecek olursak, ilk turnuvamı 1993 yılında izlemiştim. O zaman ki kadrodan bazı futbolcuların (Emre Aşık o zaman Balıkesirspor'da oynuyordu) hala futbol oynaması ise ayrı bir konu. Turnuva Avusturalya'da oynandığı için saat farkından dolayı maçlar sabah saat 10:00 gibi oynanıyordu. Okula öğleden sonra gittiğim için ertesi güne sarkıttığım ödevlerimin çoğunu yapmıyordum. İlk maç Amerika Birleşik Devletleri ile oynanacaktı ve keyifle geçmiştim televizyonun başına, o zaman henüz 11 yaşındaydım ve maçların oynanmadan kazanılmadığını öğrenmeme 90 dakika kalmıştı. O gün maçı 7 gol yiyerek kaybettik.(Bu arada yorumlardan sonra baktım 6-0 kaybetmişiz o maçı.) Oktay Derelioğlu, Emre Aşık, Mustafa Kocabey (Papin) kadrodan hatırladığım isimler.

Aradan geçen 16 yıldan sonra dün itibari ile Mısır'da turnuva başladı. Eurosport ve Trt3 aracılığı ile maçıları izleyebileceğiz. her kıtadan temsilcinin bulunduğu turnuvada ülkemiz maalesef yok. Ligimizden iki oyuncu ise turnuvaya Almanya forması ile iştirak ediyor. Kayserispor'lu Semih Aydilek ve Bursaspor'lu Cihan Kaptan.

Yeni yıldız adaylarının vitrine çıkacağı belki de büyük transferler yapacağı bir turnuvanın henüz başındayız. Basınımızın turnuvaya ilgisizliği Türkiye'nin orada olmamasından kaynaklanıyor olabilir ancak merak ettiğim bir konu daha var. Acaba orada ülkemizden kaç tane gözlemci var ve ülkemiz takımları için futbolcu avına çıtkılar. Örneğin Beşiktaş kimleri gönderdi turnuvayı izlemesi için, yahut Aziz Yıldırım kime talimat verdi, Adnan Polat'ın hangi kurmayları Mısır'da şimdi?

Turnuva ile ayrıntılı bilgiye ulaşmak için bu adresini kullanabilirsiniz. Maç programı için ise bu adreste.

Hakkı Yalçın'dan...

Bellek yenileme bankası, mudilerine, mazideki acı hatıraları da veriyor. "6'da 6'yı en son nerede gördünüz?" diyenlere inat. Zamanın aynası yaşayan herkese açıktır. Ligde kayıpsız yürümenin nostaljisi güzel de... Gelecek nasıl? Daum'la Denizli'de tarihin acı finalini yaşayan Fenerbahçe taraftarı, bazı gerçekleri görmeye başladıysa. Islıklar niye tedirgin ediyor insanları? Merak ediyorum, övgüleri kabul edenler, eleştiriyi niye reddeder? Futbolcular tanrı mıdır? İnsanların çöp kutularından beslendiği, asgari ücretin insanlık dışı olduğu bir ülkede, futbolcu beyefendi yılda 2 milyon euro alacak. Kendisinden istenen 90 dakika mücadele ve sorumluluk. Formasına saygı. Bunları yapmayacak ve ıslıklandığı için tribünlere meydan okuyacak. O takımın teknik patronu da, "Kazım da insan" diyecek. Islıklar insan olana çalınır zaten. Tepkilerden nasibini alsın da, tribündeki insanların sevgisine layık olsun diye. Kazanmayı sadece puan kazanmak sayan bir teknik adamın, böylesine biçare bir destekle neler kaybettiğini anlaması mümkün değil. Bizler gerçek değerlerimizi kaybettiğimiz içindir ki, maç kazanmak her şeydir. O yüzden soruyorlar ya... "6 maç üst üste kazanan bir takım ıslıklanır mı?" Ligin başındaki kazanma arzusu, gittikçe azalmaya başladıysa... Futbolcular arasındaki bağlarda kopukluk hissediliyorsa. 6 maç kazanan takım da ıslıklanır. Kazım gibileri sorumsuzluğun sembolü olup da, takımda yer buluyorsa... UEFA'da final hayalleri taşıyan bir takım, Twente gibi sıradan bir takıma yeniliyor da, akıllardaki soru işaretlerini çoğaltıyorsa... Elbette ıslıklanır. Küfür edilmedikçe, ıslık ve beyaz mendil harika bir uyarıdır.

23 Eylül 2009 Çarşamba

En İyi Tandemler...

Futbolun olağan üstü değişimi, kimi çok önemli kavramların litaretürden "antika"ya geçişini hızlandırdı. Özellikle 4'lü savunma yapısı futbol anayasasının değiştirilemez, değiştirilmesi teklif dahi edilemez kanunlarından biri olunca "libero"lar artık mazide hoş bir anı olarak yerini aldı. Artık takımların başarıları "tandem"lerinin başarı ile doğru orantılı.

#5

Tomas - Song (Galatasaray)

Gerets yönetiminde şampiyonluğu yakalayan Galatasaray yediği 34 goller ligin en az gol yiyen 2 takımından biriydi.

#4

Edu - Lugano (Fenerbahçe)

2006-2007 sezonunda Fenerbahçe Edu-Lugano ikilisinin üstün performansı ile ligi şampiyon bitirdi. Tahmin edilebileceği gibi ligin en az gol yiyen takımı 34 maçta 31 gol yiyen Fenerbahçe.


#3

Ronaldo - Zago (Beşiktaş)


2002-2003 yılında 100. yılında Beşiktaş'ı şampiyonluğa ulaştıran kadronun değişmez 2 elemanıydılar. 34 maçta Beşiktaş kalesinde sadece 21 gol gördü.

#2

Uche - Högh (Fenerbahçe)


Belki de ülkemizde isimleri ad-soyad gibi söylenen ilk futbolcu ikilisiydi onlar. Uche diyince Högh, Högh diyince Uche geliyordu akla.1995-96 sezonunda Högh 41, Uche ise 34 maçta görev aldı. Bu ikilinin oluşturduğu savunma hattı 34 maçta sadece 19 gol yedi.

#1

Bülent - Popescu (Galatasaray)

Bir ve iki numara arasında gidip gelsemde, önemli olan tandemlerin getirdiği başarılar kriterinde karar kıldım ve birinci sıraya Türk futbol tarihinin en büyük başarılarına imza atmış ikiliyi 1. sıraya koymayı uygun gördüm. 1997-98 sezonundan itibaren 3 sezon ard arda kazanılan lig şampiyonluğu ve UEFA kupası. Fazla söze gerek yok sanırım.

15 Eylül 2009 Salı

BJK - MAN UTD ve BOŞA KOŞMANIN DAYANILMAZ HAFİFLİĞİ

Tenis yapı ve kural olarak futbola çok uzak bir spor. Teniste bireysellik ön plandayken, futbolda bireysellik takım uyumu içinde kendine yer bulmakta. Bu iki sporu ortak kılan ise "basit hata"ların sonuca etkisi. Bir tenis maçında rakibiniz topa raketi bir kere bile vurmadan size üstünlük sağlayabilir. Son iki maçtır Beşiktaş'ın yaşadığı da tam anlamı ile bu diyebiliriz. Basit hataların komplike sonuçları...

Dirençli futbol ile rakibine pozisyon şansı vermeyen Beşiktaş için "yenildik ama ezilmedik" muadili başlıklar hazırlanmıştır bile gazetelerin spor servislerinde.

Zaman zaman ekrana gelen istatistikler gösterdi ki topu çabuk kaybedeseniz tekrar kazanmak için çok daha fazla çaba sarfetmelisiniz. Topla oynama oranı %60 Man Utd lehineyken toplam koşma oranında Beşiktaş öndeydi. Bu da gösterir ki bir arkadaşımın deyimiyle "boşa koşmazsanız, boş koşarsınız".

Teker teker futbolcu değerlendirmesi yapmak, yıldız vermek işini gazetelere bırakalım. Yusuf'un kaybettiği topları kazanmak için boşa harcanan enerjinin getirdiği yorgunluğu atma işini de Denizli'ye.

Beşiktaş bu gün çok koştu ve mücadele etti ancak mücadelesi rakipten çok kendi pas hatalarına karşıydı.

Yenilen gol, Liverpool maçında Benayoun'a aynı servisi 3 kere yapan şef garson Hakan Arıkan'ın Scholes'e sunduğu tadımlık bir lezzetti ve Man Utd için gecenin tatlısıydı.

Basit hata yapmak aslında Beşiktaş için "basit" bir sorun değil çünkü hatayı çevirecek posizyon üretkenliği olmayınca hatanın "basitliği" gidiyor ve geriye sadece hataların üstüne bina edilmiş bir yenilgi kalıyor.

Defans ve orta alan arasındaki pas alışverişinde sadece veriş yapan defans ile alış yapamayan bir orta saha olunca Ömer Üründül tabiriyle "bloklar arası bağlantı" sorunu baş gösterdi ve gereksiz efor tüketimi maçın 60. dakikasından itibaren Beşiktaş'ı oyundan düşürdü. İçin ilginç yanı oyundan düşmemiş Beşiktaş ile oyundan düşmüş Beşiktaş'ın kaleyi bulun şut sayısı aynı. Sıfır.

Bardağın dolu tarafında top rakipteyken iyi gömülen, pozisyon vermeyen bir takıma sahibiz. Boş tarafı ise dolu tarafından fazla olduğu için maçtan puansız ayrılmaz zorunda kaldık. Orta sahada topla en çok buluşan oyuncu Nobre'ydi. Bu bile bardağın aslında ne kadar boş olduğunun bir göstergesi.

Topa sahip olmanın kıymetini bilmemek, boş koşmak bu maçın kaybedilmesinin ana sebebidir. 3-4 pas yaptığımıza maçın spikeri Emre Tilev'in ağzından çıkan sözcükler genelde "Ferrari, geriye Hakan, Hakan'dan Sivok. Sivok, Ferrari ile oynuyor. Vidic karşıladı" şeklindeydi.

Boşa koşmazsanız, boş koşarsınız. Belki de Sayın Denizli bizim bildiklerimizi unuttuğu için Şampiyonlar Liginde henüz puanı yok.

HAKEM AÇILIMI.. 3+2... Avrupa Liginde 5 Hakemli Maçlar..


Ülkenin girdiği yörüngede, popüler kültür imalatçılarının tezgahından çıkan "açılım" kavramını tam anlamıyla karşılayacak bir devrime imza atıyor UEFA.


Teknolojinin geldiği noktada video teknolojisi pek çok kez hakemleri kurtaracak çıkış yolu olarak görelsede, Platini buna şiddetle karşı çıkmış ve "İnsanların bakışlarını oyundan başka yere çevirmemeleri" için bunun yapılmaması gerektiğini savunmuştur.

Uefa Kupasının sona erip, Avrupa Ligi'nin başlaması, beraberinde 5 hakemli maçlarıda getiriyor. Hakemlerin futbolun hızına ayak uydurmalarında yaşanan aksaklıkları girmek için bayraksız, düdüksüz 2 hakem daha artık sahada yer alacak. Bir nevi ceza sahası hakemi olarak da adlandırabileceğimiz yardımcı hakemler, telsiz vasıtasıyla orta hakeme yardımcı olacak.

Topun çizgiyi geçip geçmediğinden tutunda, oyuncuların itiş kakışlarını, hakemi aldatmaya yönelik hareketleri orta hakeme bildirerek yardımcı olacak yeni hakemler.

Avrupa Ligi'nde Perşembe günü oynanacak 24 karşılaşmada uygulanacak olan yeni sistemele birlikte hataların daha da azalacağı yönünde genel bir kanı var.

Belki de futbolun yarattığı katma değerin bu kadar artması, bunca sermayenin bir kişinin insafına bırakılmayacak olması bu kararın alınmasına sebep olmuş olabilir. Futbolun zaman içinde değişmeyen tek unsuru hakemli müessesesiydi. Oda bu değişimden payına düşeni aldı.

Bundan 9 yıl önce Brezilya'da uygulanan 4 hakemli sistemde ise 2 tane eşit sorumlulukta orta hakem yarı sahaları paylaşıyorlar ve her biri kendi yarı sahasında düdüğünü öttürüyordu. Sonuç olarak bu gün bu uygulama yok ise deneme başarısız olmuş demektir.

5 hakemli sistem ise son olarak Fifa U-19 turnuvasında denedi ve beğenildiği için bir üst seviyeye taşıma kararı alındı. Futbol dünyasının yasama organı olan International Board, Avrupa Liginde de başarı sağlanırsa bu uygulamayı her zeminde yürülüğe koymayı düşünüyor.

Önümüzdeki günler her şeyi netleştirecektir. 5 hakemli uygulama baki mi kalacak yoksa "ayakla taç" gibi bir mahalle maçı uygulamasına mı dönüşecek?

13 Eylül 2009 Pazar

Mustafa Denizli'nin Maç Sonu Röportajı...


Skor üzerine yazılacak çok şey olabilir. Sarı-kırmızılılar skor anlamında çok rahat bir 3 puan adılar ancak Beşiktaş'tan aldıkları sadece 3 puan değil. Umudunu, hırsını, istediğini ve pembe rüyalarınıda aldı Beşiktaş'ın.

Maçın teknik analizini, futbolcuların performansı yazmaya gerek görmüyorum çünkü çok yazıldı-çizildi, ManU maçına kadarda yazılıp çizilecek.

Maç sonrası röportajlardan hiç haz etmem. Bu akşamki röportajların yerine geçen senenin röportajlarını koysalardı bir şey fark etmezdi, belki 3-5 kelime değişik olurdu. Ancak benim dikkatimi çeken Mustafa Denizli'nin konuşmasıydı.

Her zaman soğuk kanlı tavrına ve özenle seçtiği kelimelerle her türlü sonuç sonrası camiaya güven aşılamasına alıştığımız hoca gitmiş yerine yukarda bahsettiğim gibi ruhsuz, bir an önce oradan gitmek isteyen, cümlelerini toplayamayan, telkin etmek istediği güvene sözlerine kendininde inanmadığı yüzünden belli olan, güven vermekten uzak hatta özgüvenini yitirmiş bir Denizli gördüm.

Sezon başında çalışmak istemediği her halinden belli bir adamı takımın başında zorla tutmanın bir sonucu olabilir bu.

Futbolu sevmek her türlü skoru peşinen kabul etmek demektir. Maç kaybetmek bu oyunun en doğal sonucudur. Zaman zaman maçı kazanabilecek aksiyonlar ortaya koyan bir oyun vardı Beşiktaş için ama sorun gol kısırlığını ve kazanamama durumunun alışkanlık yapmaya başlaması ve başta teknik direktör olmak üzere herkesin bu durumu kabullenmiş olması.

Yenilgiye baş kaldıran bir oyun karekteri göstermedikçe Denizli'nin Beşiktaş günleri fazla uzun sürmez. Necip'li, Batuhan'lı, Erhan'lı, İsmail'li bir kadro ile alınacak sonuçları, geleceğin hatırına sineye çekecek olan taraftar, 50milyon € harcanan bir takıma bu kadar tahammül etmez. Ayrıca bu işler şampiyonluk kutlamasında podyuma 15 yaşında futbolcu çıkartmakla olmaz.

11 Eylül 2009 Cuma

ALTYAPI. . . ?

Resim www.forzabesiktas.com 'un giriş sayfası. Yapanın eline, düşünenin beynine sağlık.

3 Eylül 2009 Perşembe

Her Hakkı Saklı Golcü : Gabriel Omar Batistuta


Onun gibisi bir daha gelir mi bilmiyorum? Şu anda kopyaları bile iş yapar ancak "Her hakkı saklı" olduğundan her halde, kötü bir kopyasına bile rastlamak zor.

Modern futbol klişeleri ile kirletiliyoruz, oyunu iki yönlü oynayan "10" numaralar, top tutan, top saklayan ve arkadaşlarına pozisyon hazırlayan forvetler arıyoruz sürekli.

Lezzetli bir futbol yemeğinin tarifi yapılırken, ne kadar "yetenek", ne kadar "çalışma" tam olarak saptanmasada kesin olan bir şey var ki o da, "Gabriel Omar Batistuta" futbol mutfağından çıkan en güzel 10 şeyden biri.

1968 yılında dünyaya geldiğinde Omar ve Gloria ilk ve tek erkek çocuklarına kavuştular. Diğer 3 çocuklarından herhangi birinin erkek olup abisinin imkanlarıyla futbolcu olması ihtimali bile kötü.

Batistuta sporla ilgili bir çocuktu ancak gönlünün meyli öncelik futbola değil basketbola oldu. İyi ki de öyle olmuş. Çeviklik, zıplama gibi yeteneklerinin temelini basketboldan aldığını düşünmek pek yanlış olmaz sanırım.

Basketboldan, futbola geçişi 10 yaşındayken izlediği bir sihirbaz sayesinde oldu Batistuta'nın. 1978 Dünya Kupasında, daha sonra istatistik olarak gölgede bırakacağı Mario Kempes'in oyunu onu adeta büyülemişti. Futbola gerçekleşen gönül kaymasına, ayaklar ve beyinde eşlik edince Plasente kulübünde buldu kendini Omar. Daha sonra Reconquista formasıyla katıldığı turnuvada Newell's Old Boys'u finalde geçerken rakip ağları 2 golle sarsmasını bildi Batistuta.

Ülkemizde üç büyükler kendilerini gol atan futbolculara talip olması gibi Newell's Old Boys'da Batistuta'ya talip oldu ve 20 yaşındaki Batistua 1988 yılında ilk profosyonel sözleşmesine imza attı. Batistuta'yı ısrarla takımında görmek isteyen teknik direktör Marcelo Bielsa ileride oyuncusunun milli takımda da hocası olacağını o zaman bilmiyordu.


Ailesinden ve sevgilisinden uzak, takımının maçlarını oynadığı stadyumdaki küçük bir odada kilo problemi ile savaşan bitik bir genç olmuştu sezon ortasında. Kilolarından dolayı istediğini yapamıyor, profosyonel yaşama ayak uyduramamaktan korkuyordu. Bu bocalama onu takımından uzaklaştırdı. 24 maçta 7 gol attığı sezonun ardından Başkent takımlarından Deportivo Italiano'ya kiralandı.

Başkentin havasının iyi geldiği Batistuta takımında Carnavale Cup'ta attığı 3 gol ile kupanın gol kralı olurken, gözler yine ona çevriliyordu. Ve bu gözlerden biride Arjantin'in en iyi 2 takımından biri olan River Plate'ti.

1989-90 sezonunun 2. yarısında Batistuta, Arjantin futbolunun 2 lokomotifinden birinde zirveye doğru yol alıyordu. Her futbolcu için özel hocalar vardır. Onların yönettiği takımlarda rahattırlar ve yeteneklerini sergileme konusunda sıkıntı çekmezler. Hocalarıda onlara güvenir. Bir de bunu tersi durumlar vardır ki F.Terim-Yıldıram, F.Terim-F.Tekke, F.Terim-İ.Toroman buna örnek olabilir. Bir örnek daha vermek gerekirse herhangi bir hoca ile Semih Şentürk gibi. Daniel Pasarella'nın takımın başına gelmesi ile kadroya girmekte sıkıntı yaşayan Batistuta sezonu 7 maç, 4 gol ile tamamladı. River macerası sırasında uzunca bir süre sahadan uzak kalan Batistua için işler hiç iyi gitmiyordu.

1990-91 sezonunda Batistuta artık River Plate'in değil Boca Juniors'un futbolcusuydu. Uzun süre oynamamış olmanın vermiş olduğu formsuzluk ve güven eskikliğini aşmak hiç kolay olmayacaktı Batistuta için. Batistuta'nın şansı sadece takım değiştirmek değil Boca'nın da hoca olarak Oscar Tabarez'i getirmesiydi. Yeni teknik patronun desteği ve güveni Batistuta'yı o yıl Arjantin'de gol kralı yaptı.

Lokaldeki başarı Batistuta'ya milli takım kapılarını araladı ve Copa America kadrosunda kendine yer buldu. Şili'deki turnuvayı da 6 golle golle tamamlayan Batistuta "altın ayakkabının" sahibi oldu.


Altın ayakkabısını da bavuluna koyan Batistuta için rota Avrupa'nın en zorlu liglerinden biri olan Seria A'ydı. Floransa'daki ilk sezonunda 13 gol atan Batistuta Fiorentina taraftarının gönlünde yavaş yavaş yer etmeye başladı.

Ertesi sezon daha iyi bir derece bekleyen taraftarlar için tam anlamıyla bir yıkımdı. Fiorentine kadrosundaki yıldızlara rağmen küme düşmekten kurtulamadı. Batistuta'nın 16 golu ise takımı ligte tutmaya yetmedi. Sonbaharda sert bir rüzgarın ağacın yapraklarında bıraktığı tahribatı, küme düşme hali Fiorentina'ya yaşattı. Stefan Effenberg, Brain Laudrup bir bir gemiyi terk ederken, Batistuta Barça'nın teklifini elinin tersiyle geri çevirdi.

Bir önceki sezon attığı 16 gol takımı ligde tutmaya yetmezken, ertesi sezon attığı 16 ile takımın Seria A'ya çıkmasına yetti.

1994 Dünya Kupasındaki Maradona felaketi ile çalkananan takımın en formda oyuncusuydu ve turnuvayı 4 golle tamamladı. Turnuvanın ertesinde İtalya'da da fırtına esmeye devam eden Batistuta sezonun ilk 11 maçında 11 gol atarak Enzio Pascutti'nin rekorunu kırdı. Sezonu 26 golle tamamlayan Batistuta'nın adı artık "BatiGOL"dü.


Ertesi sezon İtalya Kupası'nın ve Süper Kupa'nın sahibi Fiorentina'nın en önemli yıldızıydı.

Kupa Galipleri Kupasında Barcelona'ya attığı muhteşem golden sonra yapığı "sus" işaretine Nou Camp'ta ki 80.000 taraftarın kayıtsız şartsız uyması hala izlenmeye değer bir futbol enstantanesi olarak akıllarda.

1998 Dünya Kupasında Arjantin çeyrek finalde Hollanda'ya elenene kadar 5 gol attı ve bunların 3 tanesini Jameika maçında kaydederek Dünya Kupalarında birden fazla hattrik yapan 4 oyuncudan biri oldu.

Fiorentina'daki misyonunu tamamladığını düşünmeye başladığı sırada takımın başına Trapattoni getirildi ve sezona muhteşem bir giriş yapan Fiorentina, Batigol'ün sakatlanması ile bocalamaya başladı ve ligi 3. olarak bitirdi. Bu 3.lük Fiorentina için Şampiyonlar Ligi demekti.

Aziz Yıldırım'ın deyimiyle "tekrarlanmayan başarı tesadüftü" ve Fiorentina sezonu 7. sırada bitirip, Avrupa sahnesinden de erken ayrılmak zorunda kalınca BatiGOL için artık ayrılık kaçınılmazdı. Geride oynanmış 269 maç ve 168 gol bıraktı.

35 Milyon $ karşılığında başkent yollarına düştü Batistuta. Bordo, dar kesim formanın içinde sadece erkek değil pek çok bayan hayrana da sahip olacaktı Batistuta.

Fatih Terim Batistuta'nın boşluğunu Nuno Gomez ile doldurmaya çalışadursun, Batistuta Roma'da adım adım şampiyonluğa gidiyordu. İlk sezonunda tam 20 gol atan BatiGOL'ün bu performansı Roma'ya 1983'ten beri hasret kaldığı şampiyonluğu getirdi.

Fiorentina karşında maçın 83. dakikasında attığı golden sonra herkes sevinçten deliye dönmüşken, yönetmen bir kişiye odaklanmıştı. Gözlerinden yaşlar akan Batistuta'ya. Riyakarlık yapmadan, "Gole sevinemedim, içimde bir burukluk oldu" gibi saçma sapan beyanatlar vermeden sadece 2 damla göz yaşı ile hiç bir kelimenin anlatamayacağı şeyleri anlattı televizyon başındaki herkese.


Montella ile 9 numara polemiğine girmeden 18 numarayı tercih etti. Attığı 20 golden sonra forma numarasını 20 olarak değiştirdi. Yaşı 33 olduğu sezon da 33 numarayı giyen BatiGOL Roma formasıyla 63 maçta 30 gole imza attı.

2003 sezonunda İnter'e kiralık olarak gidip 12 maça çıkan BatiGOL 2 gol attı.

1991 yılında ayak bastığı İtalya'dan 2003 yılında ayrıldı Batistuta. 344 maçta tam 200 gole imza atıp pek çok veteranın son durağı olan Katar'a gitti.

Al Arabi takımında 22 maçta 30 gol atan BatiGOL 2005 yılında futbol severleri öksüz bırakarak yeşil sahalara veda etti ve çocukluk aşkı olan karısı, Irina ve çocukları ile birlikte Avusturalya'ya yerleşti.

Geçirdiği sakatlıklardan kurtulup yeşil sahalara yeniden döndü. O artık bir golf ve polo tutkunu.

Forvet klişelerinin hepsini kendinde barındıran belkide tek futbolcuydu.

Hava toplarında etkiliydi.

Bire birde affetmezdi.

Çok iyi alan boşaltıp arkadaşlarına pozisyon hazırlardı.

Adam eksiltme özelliği üst düzeydeydi.

Mesafe tanımayan şutları vardı.

Süratliydi.

Vs.

Vs.

Yukarıdaki övgülerin tamamı Gabriel Omar Batistuta'nın tescilli özellikleridir.

1 Eylül 2009 Salı

Teknik Kadroya da Transfer Sezonu Getirilmeli


Alıştığımız üzere ülkemizde hoca harcamak, yönetimler için cepteki ilk hamledir. Bir kaç kötü sonucun ardından takımların başına "taze kan" getirilir ve o "gaz" takıma bir iki maç puan kazandırır ancak uzun vadede başarı bu güne kadar gelmemiştir.

Bugün yaz dönemi transfer sezonunun son günü. Takımlar eksiklerini girdediler ve artık takviye için Ocak ayını beklemek durumundalar. Ancak teknik adamlar için böyle bir kısıtlama yok. İsteyen yönetici, istediği teknik adamı kovup istediğini yerine getirme lüksüne sahip.

Bu serbestliğin artık yöneticilerin elinden alınması gerekir.

Teknik Direktörler için de transfer sezonu getirilmeli ve hocasını kovmak isteyen yöneticinin 2 kere düşünmesi sağlanmalı.

ERHAN ALTIN KOVULDU

Bu sezonun ilk hoca harcama haberi Denizli'den geldi. Denizlispor, geçen sezon Kocaelispor ile iyi bir direniş yapan Erhan Altın'ı göreve getirmişti ancak bu sezon o direnişi kendileri yaşamamak için henüz 4. haftada Erhan Altın'ı kovdu.

3 maçta henüz puanla tanışamayan Altın'ın eski ekibi, 1 gol atmasına karşın kalesinde 9 gol görmüştü.

Bu arada yarışmamız da sonuçlanmış oldu ve Ahmet kitap ödülünü kazandı.