19 Şubat 2010 Cuma

“Düşler Tiyatrosu’nun” Acemice Anlatılan Bir Asırlık Hikayesi


Ben bir toprak parçasıyım. Biraz kum, biraz kil, bolca yağmur. Yılların rüzgarı neler aldı götürdü üstümeden bilmiyorum.? Ben bir toprak parçasıyım. Diğerlerinden daha şanslı. Herkes kendini bir şekilde şanslı hissetmek ister, ben gerçekten şanslıyım.

1909 yılıydı. O güne kadar ne olduğumu, ne için var olduğumu bende bilmiyordum. Ta ki John Henry Davies diye bir adam gelene kadar. Ayakları ile gezindi üstümde. Sağıma soluma baktı ve karar verdi. Tarihin akışını değiştirecek, benim kaderimi değiştirecek kararı verdi.

60.000£ harcanacaktı ama yetmedi 90.000£ harcadılar. Kendimi o gün çok önemli hissetmiştim, altı üstü bir toprak parçasıydım. Archibald Leitch bana uzaktan bir göz atıp gitmişti. Sonradan duydum ki üstüme inşa edilecek stadın mimarıymış, Britanyada 20 kadar stadta öyle ya da böyle imzası varmış.

Daha önce North Road’u ve sonrasında Bank Street’i mesken tuttu Machaster United. Ama ne meskenler? Sürekli bir fabrika dumanı altında insanların birbirlerini görmeden oynadıkları futbol. Bu kör dövüşü hem ligi hem de FA Cup’ı kazanan bir takıma yakışmıyordu. Henry Davies olmasa belki ben de bir fabrikaya ev sahipliği yapacaktım. Taraftarların çığlıklarını değil, makine dişlilerinin seslerini duyacaktım sürekli.

Bir yandan üzerimde bir stad yükselirken bir yandan da mimarım Leitch insanları buraya daha kolay getirtebilmek için gerekli yazışmaları yapıyordu. Yakınımdan geçen bir tren ne kadar güzel olurdu.

1909’da başlayan değişimim 1910 yılında bitmişti. Ben artık Kırmızı Şeytanların üzerinde futbol oynadığı, 77.000 kişilik, 12.000 koltuklu, Britanya’nın en muhteşem stadıydım.

The Sporting Chronicle’ın muhabiri üzerimde ilk gollerin atılacağı Şubat ayının 19. Günü yazdığı yazısında “ Şimdiye kadar gördüğüm en güzel, en ferah, en olağın üstü stadyum burası. Rakipsiz bir futbol arenası burası. Bu stad Manchester için bir onur kaynağı. Eğer isterse United burada mucizeler yaratabilir.

İlk maçımda konuğum Liverpool’du. Bir mucize gerçekleşmedi.

Homer,Wall ve Turnbull’un sarstığı ağlar ilk galibiyeti almamıza yetmedi. 19 Şubat 1910’da oynan ilk maçta Liverpool bizi 4-3 yenerek bu sahada galibiyet yaşayan ilk takım oldu.

1923 yılında Wembley Stadı yapılana kadar FA Cup finalleri benim le birlikte İngiltere’deki diğer stadlarda oynandı. 1911 yılında Jimmy Speirs’ın golüyle Bradford, Newcastle’ı yendi ve Old Trafford’daki ilk FA Cup finalini kazandı. O tarihi maça benimle birlikte 58.000 kişide tanıklık etti. İkinci FA Cup finali ise Sheffield United ve Chelsea arasında oynandı. 50.000 kişi önünde yapılan karşılaşmayı Sheffield 3-0 kazandı.

1936 yılında konuklarımın rahatı için stadyumun üstü kapatılmaya başladı. 1938’e gelindiğinde stadın yarısının üstü kapatılmıştı. Aradan geçen 28 yılda artık ben bir marka, bir ev, bir mabettim.

2. Dünya Savaşında önce depo olarak kullanıldım. Bu kanlı savaşın bir parçası olma hatasından çabuk kurtulmama rağmen savaş beni içinde çekiyordu. 22 Eylül 1940 ‘ta futbol toplarının yerini Alman topları aldı. 1941 yılının Mart ayının 8. Günü yeniden futbol topu ile tanışmama rağmen, bu sevinç sadece 3 gün sürdü. Yerle bir olmuştum. Savaş golü kaleme atmıştı.

Bu bombardıman Manchester’ı birleştirtirdi. Man Utd ‘ın sığınağı, ezeli rakibi Man City’nin sahası Maine Road olmuştu.

Ben yine bir toprak parçasıydım sadece.Biraz kum, biraz kil, bolca enkaz ve hatıra. Ama benden vazgeçmediler. Bir senede vücud bulan ben, neredeyse 10 senede kendime gelememiştim. Savaşın yıkıcı etkileri sadece insanları değil benim gibi ruhu olan herşeyi sarmıştı.

Futbol topu ile yeniden buluşmam, taraftarlara kucak açmam 8 yıl sürdü. 41.748 kişiden ilki stada doğru yaklaştığında eski günleri hatırlayıp ağlamaya başladım. Üzerlerindeki kırmızı beyaz formalar ile içeri giriye girdiklerinde ikimizde birbirmizi ne kadar özlediğimizi anladık. Bir daha ayrılmak mı? Asla.

Bolton Wonderers’ı 3-0 yendiğimiz o gün 41.748 taraftar, futbolcular ve ben bir bütün olmuştuk artık. 8 yıl yeterdi.

O günden sonra, hızla savaşın etkilerini gidermek için hummalı bir çalışma başladı. Önce tribünlerin üstü kapatıldı. Ardından 1957 yılında sıkışan maç programına uyum sağlamak için ışıklandırıldım. Artık geceleri de yaşayan, 7/24 futbolla ve insanlarla içiçe bir yere dönüşmeye başlamıştım. İlk gece maçını yine Bolton Wonderers’la yaptık. Tarih 25 Mart 1957 idi.

6 Şubat 1958’de bütün yeşilim siyaha döndü. Güle oynaya gönderdiğim evlatlarımı kaybetmiştim. Kızılyıldız’ı yendikten sonra evlerine dönmelerini beklerken 8 tanesi bir daha basamadı çimlerime. Busby’nin Bebekleri sizi çok özlüyorum.

1966 yılında düzenlenecek Dünya Kupasında oynayacağım rolün önemini bilen yöneticiler çalışmalara hız kesmeden devam ettiler. 10.000’i koltuklu toplam 20.000 kişilik kapasite artışına gidildi. Ayrıca Birtanya futbol stadlarındaki ilk “localar” yapıldı. Artık özel konuklarımı daha da rahat ettirecektim. 1966 yılında 3 Dünya Kupası maçına ev sahipliği yapmanın ayrıcalığını yaşadım.

O günden sonra yükselen holiganizm bir takım önlemlerin alınmasını zorunlu hale getirdi. 1971 yılında dökülen kan, yeşil çimler ile taraftarların arasına tel örgülerin girmesine neden oldu. Artık konuşlarımın futbolcularla arasında tel örgüler vardı.

1980’ler boyunca kapasitem 80.000 kişiden yavaş yavaş 60.000 kişiye düşürüldü. Benim kapasitem düştükçe holiganizm arttı. Tüm stadlar tellerle çevrildi.Ve tarih 15 Nisan 1989’a geldiğinde bu tellerin kurbanı 96 taraftar oldu Hillsborough’de. Liverpool ve N.Forrest arasında oynanan FA Cup yarı finalinde yaşanan bu olay sonrası duruma devlet el koydu ve bugün hala Taylor Raporu olarak adlandıran raporu hazırlattı.

O raporda yazanlar sadece beni değil Britanya’daki binlerce stadı ilgilendiriyordu.
Artık tüm konuklarıma oturacak rahat koltuklar sunmak zorundaydım. Düzenlemeler sonunda tamamı koltuklu 44.000 kişilik bir kapasitem vardı. Bu 100 yıllık tarihimin en son düşük olanı. Daha sonra yapılan atılımlar ile önce müzeme kavuştum, ardından aile tribünü yapıldı.

Alınan başarılar sayesinde kapasitem 61.000’e çıkartıldı. Aradan geçen 8 ay sonrasında 68.000 kapasiteli bir stad olmuştum. 2003 yılında Şampiyonlar Ligi finaline ev sahipliği yaptım. Bu benim ilk uluslar arası final deneyimimdi ve hem Milan hem de Juventus taraftarlarınu memnun edebilmiştim.

Her zaman Wembley’in gölgesinde kaldığım söylese de Wembley’in 6 yıllık tadilat sürecinde İngiltere Milli Takımını da ev sahipliği yaptım. 2005 yılında kapasitem 76.000 kişiyi ağırlayacak seviyeye çıkartıldı. 100. yaşıma girdiğim bu gün ise 76.212 kişilik kapasitem var.

Ben bir toprak parçasıyım. Biraz kum, biraz kil ve binlerce taraftar. Ben sadece bir stadyum değilim. Ben 100 yıldır üzerinde sevinilen, ağlanan, ölünen, yaşanan, doyulan, bağrılan bir yerim. Ben 100 yıldır şarkıların söylendiği , 24 saat yaşayan bir yerim. Kimileri mabet der, kimileri arena, kimileri ise “Düşler Tiyatrosu” . Kim ne derse desin, ben bir toprak parçasıyım, diğerlerinden çok daha şanslı.

1 yorum:

Giggs dedi ki...

Süper yazı olmuş, elinize sağlık...