16 Mart 2010 Salı

Taraftar için mi Futbol, Para için mi Futbol?

Lise yıllarım anlamsız bir ikilemin içinde geçti diyebilirim. Ortamala bir yaramaz öğrenciden fazlasıydım o yıllarda ve maalesef ki bu potansiyelimi en iyi bilen insan babam, edebiyat öğretmenimdi.

Onun derslerinde oldukça sessiz, soru sorulmadıkça konuşmayan, dersin sonlarına doğru sıranın altında ayakkabılarımı kramponlarla değiştiren biriydim. Öğlen arasındaki maç için zaman kaybetmek istemezdim.

O derslerden aklımda kalan en gereksiz tartışma ise "Sanat için sanat mı, halk için sanat mı?" tartışmasıydı. Yazılanlar, söylenenler halka bir şey katmalı mıydı yoksa bunları yazanları, söyleyenleri zihinsel olarak tatmin etse yeter miydi? Genelde bu tartışmalar yapılırken defterin arkasına kadrolar yapardım.

Sanat için, benim için, hatta para için yapılan sanatlardan zevk aldım zaman zaman. Ancak hiç bir şarkı, hiç bir konçerto, hiç bir söz bir tribün bestesi kadar gerçek gelmedi bana. Resimden pek anlamam ama hiç bir fırça darbesinin tuala dokunuşu Maradona'nın ayağıyla topu okşayışı kadar çekici gelmedi.

Peki bu gün futbol kimin için oynanıyor? Futbol için mi oynanıyor futbol, yoksa onu izleyen taraftar için mi?Bu sorunun cevabı oldukça basit. Bu gün "oyun"un içinde olan herkes -taraftar dışında- para için oynuyor. Tanju, Emre, Feyyaz gibi simge oyuncuların bir gecede bir takımdan başkasına gittiğini biliyoruz. Bu konuya özel bir ilginiz varsa Tarkan Kaynar'ın “Futbolun Bukalemunları” kitabına göz atabilirsiniz.

Teknik adamların rolü ise çok daha kısa süreli. 2-3 teknik direktör dışında ülkemizde kulübü ile birlikte anılan teknik adam neredeyse yok. Kulüp sadakatini ön planda tutan, parayı önemsemeyen kaç teknik adam var acaba dünyada?

Yönetici olmak ise başlı başına "ne ekersen onu biçersin" ekseninde bir durum. Önce paranın ucu gösterilir, yönetime girilir. Protokolde yer almanın, medyada bu kadar bedava reklam yapmanın tabi ki bir maliyeti olacaktır. Başkan olduğu zaman tüm parasını son kuruşuna kadar kulübü için harcayıp ardından da cesedi 1 hafta sonra komşuları tarafından bulunan kulüp başkanı var mı?

Yani kısacası, taraftarı dışarıda bırakan bir para döngüsü var futbolda. Taraftar bu döngüye sadece cebindeki parayı aktaran bir figüran.

Peki taraftar neden cebindeki parayı aktarır o döngüye? Peki insan neden taraftar olur? İsmini seçemeyen, annesini babasını, doğacağı yeri seçemeyen insanın belki de aklı ermeden yaptığı ilk seçimdir. O yaşlardaki seçimlerde babanın, amcanın, mahallenin abilerinin etkileri görülür.


Mahalledeki ilk arkadaşlarımı mavi bir plastik topun ardında koşarken edindim. Hepsinin renk renk formaları vardı. Bir gün babamdan bana forma almasını istedim. Sanırım 5 ya da 6 yaşındaydım. Formayı getireceği gün akşam olmuyordu. Sonunda elinde gazete kağıdına sarılı bir paketle geldi. Paramçarca edercesine açtığım paketin içinden yün siyah-beyaz çizgili bir forma çıktı. Ben öyle taraftar oldum.

Kimileri takım tutmayı, bir takıma tutkun olmayı ilk kez bir kıza aşık olmaya benzetir. Ben o "kimilerine" katılmıyorum. Tanıdığım erkeklerin hepsi birden fazla kıza âşık oldu ancak takımları bildim bileli aynıydı. Arada bir tuttuğu takımı değiştirenlere de şahit olmuşluğum var ama bir elin parmaklarını geçmeyecek kadar azlar.

Bir Fenerbahçe'li takımına kızar ama gidip daha iyi olan bir takımı tutmaz, Galatasaray'lı teknik direktörünü sevmez ama gidip en başarılı en karizmatik teknik direktörün olduğu takımı tutmaz. Bir Beşiktaş'lıya başkanından gına gelmiştir ama "al birini vur ötekine" der. Hala Şenol Güneş'i Trabzonspor'un kalecisi sananları bile biraz kışkırttığınızda hemen takımını koruma refleksiyle üstünüze gelirler.

Değil hisse senedi, kıssadan hisse bile alamayacak insanların borsada takımlarının değeri yükseldikçe yaşadıkları gurur bile taraftarlığın aslında en saf sevgilerden biri olduğunun kanıtı.

Bir taraftar takımının en kötü zamanında taraftarlığını bir palto gibi çıkartıp portmantoya assa bile yeni bir şey giymez üstüne. Üşür, titrer ama giymez. Vizontele filmdeki bir repliktir aslında taraftarlık. "İnsan doğduğu yeri neden sever? -Başka çaresi yoktur da ondan." Bir kere taraftar oldun mu, bir kere o virüse yakalandın mı, başka çaren yoktur.

Taraftara mikro da bakılsa makro da bakılsa aynıdır. Kim toplayabilir her hafta 50.000 kişiyi? Farklı görüşlerden, farklı dinlerden, farklı ekonomik sınıflardan, o takım dışında başka hiç bir birleştirici özelliği olmayan 50.000 kişiyi.

İster küçük bir semt takımı olsun, ister dünyanın en büyük takımı ilk düdük ve son düdük arasındaki 90 dakika için yaşar herkes bir hafta. O 90 dakikada takımı çok güzel oynasın, hırslı oynasın, sahada ayak basmadık yer bırakmasın ister. Son 2 dakikada bile ilk dakikadaki gibi oynasın ister.

Taraf olmak bedel ödemektir. Sahaya iki takım çıkıyorsa, biliyorlardır ki o sahada 3 ihtimal vardır. Yenilmek, kızdırılma, dalga geçilmek belki dayak yemektir. Sahaya gaspçı gibi girmek, ne ana bacı sövmek, ne de tribünden adam atmaktır.

Madem bu gönül işidir, yapamıyorsan bırak.

4 yorum:

TSUBASA dedi ki...

Romantik bir yazı olmuş ve çıkmazları güzel tespit etmiş. Ama taraftarı oyunun para kısmının dışında bırakmak bence yanlış, iddaa, yasadışı bahis, loto, toto ile taraftarda bu oyundan para kazanıyor.

Kerem Akbaş dedi ki...

@TSUBASA : Oyunu bence taraftar finanse ediyor. İddaadan kazanılan para aslında bir başkasının kaybettiği paranın bir kısmı. Taraftar cebindekini verdiği için figüran.

Zinedine Zidane dedi ki...

bir takımın gerçek sahibi herzaman taraftardır. Her şey değşir taraftar sabit kalır.

Black Pearl dedi ki...

Bu yukardaki feyenoordlu cocuk, isarkadasimin arkadasinin cocuguymus. Kerata buyumus simdi, o kadar sevimli degil.