14 Kasım 2009 Cumartesi

Fırat İŞBECER ile Kısa Bir Söyleşi


Yeni başlayanlar için Fırat İşbecer kimdir?

Istanbul Yeşilköy’de doğdum. Semtimde geçen ilkokul yıllarımdan sonra Robert Kolej’e devam ettim. Lise yıllarımda okul gazetesi Bosphorus Chronicle’da yazarken gazetecilik ilgimi çekmeye başladı. Bu yüzden liseden sonra Galatasaray Üniversitesi İletişim Fakültesi’ni tercih ettim.

Üniversite yıllarında Türkiye’nin ilk teknoloji radyosu olan Radyo Kozmos’ta çalışmaya başladım (Yıl 2000). O günlerde radyoda teknoloji üzerine haber hazırlıyor, roportajlar yapıyor, Pazar günleri “Oldies” isimli programımda da 50’ler ve 60’ların müziklerini (çoğunlukla Rock’n Roll) çalıyordum. Aynı zamanda Hürriyet Gazetesi’nin 15 günde bir çıkan E.Yaşam ilavesinde teknoloji yazılarım yayınlanıyordu.

Yine aynı dönemde okuldan arkadaşlarla kurduğumuz “Verkac.org” adlı Türkiye’nin ilk futbol blog sitesinde yazılar yazmaya başladım.

2004 yılında herşeye bir ara vererek Fransa’da yüksek lisans yapmaya karar verdim. Universite Paris 1 – Sorbonne’da “Jeopolitik” üzerine hem master eğitimi aldım, hem de bir süreliğine bir ekonomik kalkınma enstitüsünde çalışma imkanı buldum.

2006 yılında yurda döndüm, yazılım & teknoloji sektöründe çalışmaya başladım. Aynı zamanda 2006’dan beri her sene yoğunlaşan bir tempoyla Lig Radyo’da Verkaç ve Mart ayından beri SkyTurk’te Total Futbol isimli programlarda boy gösteriyorum.

Radyoculuk çok riskli bir iş. Bazen gülme krizine girip araya reklam yahut müzik girdiğiniz oluyor ve durumu toparlıyorsunuz, peki hiç toparlayamadığınız bir durum oldu mu?

Belki biliyorsunuzdur radyoda 8 saniyelik bir delay mekanizması vardır. Birisi yayında ters bir laf ederse veya küfürlü konuşursa hemen delay’ı devreye alırız. Ama 9 yıllık radyocuyum bugüne kadar taş çatlasa 3 kere delay devreye girmiştir. O konuda kendimi şanslı hissediyorum, tabi Lig Radyo’nun dinleyici kalitesinin katkısı da var bunda.. Benim bugüne kadar yayında kırdığım korkunç bir pot olmadı, ama komik şeyler oldu. Sadri Şener’e “Fenerbahçe’yi deplasmanda yeneceğiz gibi iddialı bir açıklama yapmışsınız” dedim. O da bana “Niye sen Fenerli misin çocuk? Trabzon Fener’i kaç kere yendi senin haberin yok.” Mealinde bir cevap vermişti. Çok babacandı ama ben de o lafımı çevirmek için çok uğraşmıştım.

Bir kere de Lig Radyo’da ilk başladığım dönemlerde AZ Alkmaar maçı öncesiydi, Istanbul’da korkunç bir trafik var ve radyo muhtemelen dinleyici rekoru kırıyor. Mehmet Ayan da bana insafsızca 3 saat yayın vermiş. Ben de o zaman tabi politik dengeleri bilmiyorum, yayında biraz Alex ile dalga geçtim, sallamıyor bazı maçları dedim, koşmuyor etmiyor falan diye şakalar yaptım.. Yayına Şekip Mosturoğlu bağlandı ve resmi kınama verdi bana “Kaptanımız hakkında böyle konuşamazsınız, sizi kınıyorum” dedi.. Ben de şaşırdım tabi, bu sektörde yayında söylenilen iki espri bu kadar ciddiye alınabiliyormuş demek diye..

Yayın saatleri dışında ne yaparsınız? Ve en sevdiğiniz yemek nedir?

Yayın saatleri dışında da çalışıyorum çok yoğun, yazılım sektöründeyim. Ama boş zamanlar anlamında soruyorsanız eğer, haftada 3-4 gün spor salonuna gitmeye çalışıyorum, (yayında pek göstermiyor biliyorum) - evde oldugumda televizyon yerine daha çok internetten spor izliyorum, zira vakit darlığından arzu ettiğim içeriğe hemen ulaşmak istiyorum. Sokakta vakit geçirmeyi severim, Cihangir’de oturuyorum, her haftasonu Beyoğlu civarında olurum. En sevdiğim yemek tabi değişiyor ama Meksika yemekleri severim, Burrito, Nachos falan..

Programa adını veren site verkac.org’un başına gelenlere hepimiz üzüldük peki yayın hayatına ne demen dönecek verkac?

Verkaç aslında cok yalın bir blog sitesiyken işi ciddiye aldık ve portal haline getirmeye calistik. Site kurucumuz Erhun Geyisi’nin burada müthiş bir eforu oldu, hem yazı yazdı hem HTML bilgisini şakıttı hem de editörlük yaptı. Ama bir gün geldi, bakımı çok zahmetli olmaya başladı sitenin... O yüzden vakit ve efor yetersizliğinden kapattık. Aslında ben en basit formatta siteyi tekrar geri getirmek için kafamda planlar kurdum, Erhun şimdi Goal.com editörü olduğu için çok yoğun... Ama bizim ekip muhteşemdir, yine eski editörlerden Mustafa Taha’yı arada NTV Spor’da görebilirsiniz. Ali Murat Hamarat var, Türkiye’de futbol tarihini en güzel yazanlardandır. Nurullah Bakır beni yayında hep arar, kendisi banka müdürüdür aslında.. Tuğrul Akşar 3 tane koca koca endüstriyel futbol üzerine kitap yazdı. Verkaç 2001 yılında kurulduğu için açık ara Türkiye’nin ilk bu tarz oluşumudur ve hepimizin spor kariyerinde çok önemli bir milattır.

Hız tutkunu bir şoför olduğunuz söyleniyor, şehir efsanesi mi yoksa aslı astarı var mı?

Ekşisözlükte mi okudunuz? Eskiden öyleydim ama şimdi trafikte çok usluyum. Trafik sabıkam biraz kabarıktı, ama şimdi problem yok.

Televizyon ve radyoyu karşılaştırdığınızda hangisi sizin için daha keyifli?

Televizyon büyülü bir ortam ve çok etkin.. Ama radyonun da inanılmaz bir temposu var. Radyonun insanlara kazandırdığı yetenekler medyanın her kanalında kullanılabilir. Hazırcevap, hızlı düşünen, akıcı ve doğru konuşan radyocular biraz da ekrana yatkınsa gayet başarılı oluyorlar her alanda.. Radyo bu yüzden mükemmel bir medya deneyimi...

Programa nasıl hazırlanıyorsunuz? Önceden saptadığınız konular var mı yoksa dinleyici etkileşimi mi programa yön veriyor?

Benim hazırlığım bellidir, Türk kağıt baskı gazeteleri okumuyorum, çünkü onların gündemine hapsolmak güzel değil. Hapsolunca da tekrardan kurtulamıyorsunuz, 2-3 tane yazarın gündemi sizin de gündeminiz oluyor. Onun yerine internette Google Reader’ım var, RSS Reader’larım var, 15-16 tane mutlaka takip ettiğim internet sitesi vardır, oralardan müthiş güzel bilgiler çıkıyor. Bunların yanında haftasonları en az 1 maçı stadyumda izlerim. Artık basın tribünü yerine normal tribünü tercih ediyorum zira oyunun havasını en güzel kokladığınız yer orası... Genelde İnönü’ye gidiyorum evime yakın diye, bir de tabi atmosfer orada bambaşka.. Arkadaşlarımın fikirlerine çok önem veririm, onların gündemi benim de gündemimdir. Hiçbiri spor konusunda ihtisas yapmamıştır ama genel hayat görüşleri futbolla ilgili çok farklı yaklaşımlar getirmelerini sağlar.

Radyoda ise dinleyici yayını bazen istediği noktaya çekmeye çalışıyor ama ben pek müsaade etmiyorum, ama bazen kafama yatarsa gündem dinleyiciye göre komple değişiyor.

Yazılı basından teklifler almıyor musunuz?

Bu konu benim en ihmal ettiğim şey.. Mutlaka haftalık düzenli olarak bir yerlerde yazmam lazım ama organize olamadım bir türlü.. Gazetelerden teklif gelmedi ama internet medyasından 1-2 teklif aldım. Bu arada Ali Ece ve Mustafa Sapmaz döve döve bana bir aydır bişeyler yazdırıyorlar.

Hem yerli hem de yabancı spor basınını yakından takip ettiğinizi biliyoruz. Sizce aradaki fark nedir?

Valla yabancı derken hangisi? İngiliz medyası da var, İtalyan, Yunan ve Arap spor medyası da var. Bir de bu medyalarda daha magazin yayınlar var, daha orijinal kaliteli basın örnekleri de var. Her ülkede her tip yayın var kısaca...

Bence Türkiye’de internet çok büyük bir eksikliği kapadı, fikrimce şu anda bloglarla birlikte Türkiye’de herhangi bir içerik eksikliği kalmadı. Hedef bu kaliteli yorumları, içeriği ve çevresinde oluşan medyayı kitlesel düzleme taşımak. IDDAA’nın da bence futbolu uluslararası düzlemde takip etmemiz konusunda inanılmaz katkısı oldu.

Yurtdışında çok güzel araştırmalar oluyor, çünkü arşivleri var ve tarihi istatistiklerde doğru bilgiye ulaşabiliyorlar. Biz hala Gheorghe Hagi’nin Türkiye’de toplam kaç asist yaptığını bilmiyoruz, kaynaklar çelişiyor. Rezalete bakar mısınız? 1996-01 döneminde bahsediyoruz..

Bir de yabancı basın her gün bomba haber peşinde değil. Gazetecilik sadece bomba habercilik değil, hatta artık hiç değil çünkü gazete zaten internet ile yarışamaz ki !! O yüzden gazeteciler artık hikayelerle gelmeli, eski futbolcuların hikayeleri, takımların hikayeleri gibi.. Analiz ve yorum editoryal bir dokunuşla biraz daha ön plana çıkmalı..

Yine yurt dışında yaşamış biri olarak taraftar profillerini karşılaştırdığınızda önemli farklılıklar var mı?

Türk insanı 1990’lı yıllarda futbol ile tanıştı.. Ondan evveli sadece Istanbul, Ankara, İzmir ve Karadeniz bölgesi.. 80’lerde önce 70’lerin ortasında zaten memleketin nufusu 35 milyon ve bu nufusun sadece beşte biri futbolla yakında ilgileniyor. Yani 1975 yılında falan Türkiye’de toplasan 5-6 milyon futbol izleyicisi var. Şimdi bu rakam rahat 25-30 milyon izleyici olmuştur. Neredeyse yüzde 600’lük bir artış söz konusu.. Profil de tamamen değişti, ama 1975 yılından beri gazetecilik yapanların bazıları bence bunu göremiyor.

Yurtdışında ise taraftarlık müessesesi daha oturmuş (Avrupa’dan bahsediyorum) ve daha sağlam bir tarihe dayanıyor. Ama oradaki profil de çok değişken.. Mesela PSG’nin taraftarı hem ırkçı, hem snob, hem zengin, hem fakir, hem göçmen hem değil.. Bunu çok basit Galatasaray’a da uygularız. Özellikle kitle takımlarının profili eskisi kadar net değil.

Türk Milli takımının bir turnuvaya katılıp harikalar yaratırken bir sonrakine katılamaması neden?

Sistem yok. Turnuvalarda hep başarılı olacağız bana göre ama katılabilirsek...Dünyada turnuva başarısının formülü ile turnuvalara katılmanın formülü bambaşka.. Bir kısa soluklu bir heyecan kasırgasında performansı zirveye çıkarıyoruz ama olayı uzun vadeye yaymak çok zor.

Tuttuğu takımı belli etmeyen bir tarzınız var. Hangi takımlısınız?

Belli etmemekten ziyade, takımı söyleyip daha sonra yaptığım her yorumda “ha bak bu herif bilmem ne takımını tutuyor, o yüzden böyle söyledi” önyargısına maruz kalmak istemiyorum. Ama tutmadığım takımları sayarım: Real Madrid, Inter, Manchester United, Olympiakos, Lazio, Roma, Lyon pek haz duymadığım takımlardır.

Hiç maç anlattınız mı?

Evet, 2007-08 sezonunun son haftası radyoda o kadar yoğun bir canlı yayın gündemimiz vardı ki, ben de gidip Kasımpaşa stadında Kasımpaşa – Konyaspor maçını anlattım. Uzaktan sadece kel olduğu için Murat Hacıoğlu’nu tanıyordum rahatça, maçtan sonra dinledim bütün maç Murat Hacıoğlu’ndan bahsetmişim.

Bir de o gün Galatasaray OFTAŞ’ı yenip şampiyon olmuştu, maçtan hemen sonra Ali Sami Yen’e gidip kutlamaları yayına aktarmıştım. Yorucu bir gündü. Spikerlik konusunda iddiam yok ama maç verirsen anlatırım.

İlker Ateş’i kaybettik biliyorsunuz. Birkaç söz söylemek ister misiniz?

Yıllar önce 4. Levent’te bir taksi durağının orada karşılaşmıştım, o zamanların futbolla ilgili öğrencisi olarak soru yağmuruna tutmuştum kendisini.. O kadar güzel cevaplar vermiş, o kadar sempatik konuşmuştu ki benimle.. Hiç unutamam... Daha sonra iki farklı radyoda “aynı saatlerde de denk geldiği oluyordu” program yapmaya başladık. Örnek aldığım sakin tavrı ve barışcıl yaklaşımı Türk spor radyoculuğuna yeni bir hava katmıştır. Nur içinde yatsın..

Sizce Türk futbol tarihinin gelmiş geçmiş en büyük futbolcusu kimdir?

Türk olarak mı? Güzel soru... En şöhretlisi Hakan Şükür şüphesiz.. Ama Tanju Çolak gibi bir golcü herhalde zor gelir.

Sizce Dünya futbol tarihinin gelmiş geçmiş en büyük futbolcusu kimdir?

Bir akış yaparsak bana göre Di Stefano, Pele, Maradona, Zidane diye gider. Benim izlediklerimden Marco Van Basten, Stoichkov, Henrik Larsson, Dennis Bergkamp’ın hastasıyımdır.

Sizce bir takım sadece antrenör nezaretinde takıma antrenman yaptırsa ve takım seçimini internetten taraftarlarına bıraksa, başarı şansı ne olur?

Eğer hakikaten taraftar yapacaksa güzel şeyler çıkabilir, ama mesela Fenerbahçe’nin kadrosunu internetten Galatasaraylılar yapsaydı şimdi Yasin Çakmak banko oynuyordu hala..

Türkiye doğumlu Türk futbolcuların Avrupa takımlarında genel de başarısız olmalarını sadece altyapı ile açıklayabilir miyiz?

Avrupa birliği büyük bir proje ve biz malesef halk olarak bu projenin parçası olarak hissetirilmiyoruz. Türkiye ise gerek nüfusu, gerek gündemi, gerek kimselere benzemeyen huyu suyu ve dili ile biraz soyutlanmış bir yer. O yüzden futbolcular yurtdışında sudan çıkmış balığa dönüyor. Tanju 88’de altın ayakkabı töreninde cümle kuramamıştı, bugün Tuncay en azından tarzanca roportaj verebiliyor. İlerleme var bence..

Fatih Terim’in basın toplantısında “ekol” temalı bir soru sormuştunuz kendisine. Sizce ekol yaratmak için gerekli asgari şartlar nedir?

Fatih Terim kendi göreve gelirken ekolden bahsettiği için sormuştum. Zaten soruya da 15 dakika cevap verdi, demek ki onun da kafasına takılan bir konuymuş. Ekol yaratmak için biraz geç kaldık, dünyada zaten oturmuş ekoller ve modeller var. Ancak Türkiye’nin avantajı Euro 2008’deki karakterinin benimsenmesi olabilir. Daha az agresif ve saldırgan bir şekilde tabi.. “Never give up, never surrender” tarzı bence Türklere ve milli takıma yakışıyor.

Amerika’nın Konfederasyon kupasındaki başarını 2010’da yeniden tekrarlayacağını düşünüyor musunuz?

Ben oldum olası her turnuvada ABD’nin çıkış yapacağını söylerim ama sonunda çuvallarım. Amerika’lılar ne kadar bilimsel çalışsalar da aslında bir eksikleri var. Futbola tarihten gelen bir motivasyonla bakamıyorlar. Onlar için futbol 1970’lerde başladı ve daha adaptasyon sürecinde ve emekleme aşamasında.. Ancak 2 jenerasyon sonra ABD’nin dünyada önemli futbol ülkelerinden bir tanesi olacağını söyleyebilirim. Mutlaka Brezilya ve Arjantin’in federasyonuna dahil olmaları lazım ki elemelerde adam gibi maç yapabilsinler. Meksika ile güzel bir ikili oluyorlar ama CONCACAF biraz bayık... O yüzden CONMEBOL’a geçebiliyorlarsa geçsinler..

Play-off’lardan sonra 2010’a katılacak takımlar netleşecek sizce finali kimler oynar?

Blatter o kadar işgüzar bir tip ki, Play-off’larda neler olacak kestiremiyorum. Ama Bosna ve Irlanda gitsin isterim. Yunanistan da gitsin, onun dışında Rusya da giderse güzel olur bence..

Dünya kupası çok sürprizli olacaktır kanımca, Kore-Japonya’ya benzer fantastik bir güney afrika ortamında maçlar oynanacağı için bence Yarı finallerde ilginç takımlar olabilir ki bence yarı-finalde play-off’tan gelen bir ekip olacaktır. ABD mesela bişeyler yapar ama benim favorilerim, İngiltere, Arjantin ve İspanya.. mesela bir İngiltere – Arjantin finali olsa.. Maradona kupayı tekrar alsa, tadından yenmez mükemmel olur.

Türk takımları şampiyonlar liginde başarı yakaladıkları sezonlarda Süper Lig’te şampiyonluğa ulaşamıyor. Bunca örnek varken gerekli planlamanın yapılamamasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Liverpool da buna örnek mesela.. Olay biraz bütçe ve kadro derinliği ile alakalı.. Liverpool hala bir Man U veya Chelsea kıvamında degil. Torres ve Gerrard yoksa takım da yok. Ama Şampiyonlar ligi yerel ligde yüzde 20 performansı düşürüyorsa, bana göre avrupa ligi yüzde 35 falan düşürüyor zira Perşembe 22:05’de maç yapmak bence bir ölüm.. Bu sene sırf o yüzden FB ve GS çok ilerlerlese ve BJK avrupa’dan elenirse, Turkcell süper liginde BJK’nin ilginç bir başarısını daha görebiliriz.

Teşekkürler…..

4 yorum:

Tangram dedi ki...

Çok güzel olmuş. İkinizinde eline sağlık.

BT dedi ki...

Güzel röportaj, doğru insan.

Kerem Akbaş dedi ki...

@ BT

Teşekkürler

Adsız dedi ki...

zevkle okudum...tebrikler