Bu 23 sezonun içinden Fatih Terim’i çekip çıkarttığınızda elinizde kalan 17,5 sezonda 16 değişik teknik adam. Bu 17 teknik adamdan Galatasaray’dan ayrıldıktan daha üst düzey başarılar yakalayanlar ise sadece Mustafa Denizli ve Lucescu. Bu iki teknik adam dışında kayda değer bir başarı sağlayan başka bir hoca yok. Ama potansiyel olarak bu iki teknik adamı geçecek, Galatasaray macerasından sonra da Şampiyonlar Ligini kaldırma kapasitesine sahip bir teknik direktör var; Frank Rijkaard.
Hala gelecek için bu kadar umutlu konuşabilirken nasıl oluyor da bu Hollandalı futbol bestekarının beş paralel çizgiye kondurduğu notlardan kulağa hoş gelen devamlı bir melodi çıkmıyor?
Sezona başlarken Bülent Korkmaz’ın yerine geçecek kişinin Rijkaard olduğu duyurulduğunda yükselen ortak sesin kesişme noktası “olumlu” ve “süper”di. Barcelona’da yaptıkları hemen akıllara geliyor, Sparta Rotherdam’ı küme düşürmüş olduğu gerçeği ise göz ardı ediliyordu. Galatasaray’ın altyapısından çıkacak gençlerin Arda’yı gölgede bırakacağı dilden dile dolaşıyordu.
Rijkaard’tan önce Gökhan Zan ve Mustafa Sarp takıma katılmış, 10 maçta 10 gol yiyen milli takımın defansı Galatasaray’da buluşmuştu. Rijkaard’ın imzasından sonra gelen oyuncular ise rakiplerine parmak ısırtır nitelikteydi. Lyon’dan Keita, Man City’den Elano Türkiye Liginin üstünde oyunculardı ki bunlara bir de Rijkaard faktörü eklenince ortaya inanılmaz bir takım çıkacaktı. Kamuoyu hedefi belirlemişti; UEFA Avrupa Liginde final.
Ligin 6. haftası sona erdiğinde Galatasaray tam 20 gol göndermişti rakip filelere. Bu 20 gole karşılık yediği 5 gol hiç de önemsenecek bir rakam değildi.Baros, Nonda ve Kewell’ın skor üretmekte hiç zorlanmadığı bu dönemde Galatasaray’ın sezon sonunda 100 gole ulaşıp ulaşmayacağı sorusu soruyordu.
Ancak Rijkaard’ın hesaba katmadığı şey sakatlıklardı. Sezon planlaması yapılırken Rijkaard’ın kafasında orta alanın dinamosu olarak Linderoth vardı. 2007 yılından beri yakasını sakatlıklardan kurtaramayan oyuncuya aslan payı biçmişti Rijkaard ki en büyük hatalarından biri buydu. Domino taşlarından birinin altı yamuktu ve düz durmuyordu. Hal böyle olunca zamansız düşen domino taşı diğer taşların dizilmesi sona ermeden hepsinin devrilmesine yol açtı.
Hücum hattının üretkenliği sayesinde kayıpsız geçilen haftalar sonrasında ani bir düşüş baş gösterdi. Avrupa kupaları nedeniyle erken açılan sezon, futbolcuların erken form tutmasına ve bir Ersun Yanal klasiği yaşanmasına neden oldu. Eskişehir, Ankaragücü ve Fenerbahçe maçlarından sadece bir puan çıktı. Bu maçlar sonunda kaybedilen sadece 8 puan değil aynı zamanda takımın en golcü oyuncusu Baros’tu.
Baros’suz geçen dönemde yediğinden fazlasını atmakta zorlanan bir takım hüviyetine büründü Galatasaray. Rijkaard’ın oturmak istediği sistem klasik Türk stoperleri için oldukça zordu. Defanstan yerden ve ayağa toplarla çıkma çabası takımın en zayıf olduğu hücuma çıkma anında zafiyet gösteriyor ve top hücum hattına iletilemiyordu. Tüm otoriteler defansın yükünü hafifletecek bir oyuncunun devre arasında takıma katılacağını, böylece orta sahadaki zafiyetin sona ereceğini düşünürken, Haldün Üstünel transfer bombalarını ardı ardına patlatmaya başladı. Önce Lucas Neill ile anlaşan yönetim 96 ruhunun önemli parçalarından Popescu’ya selam gönderiyordu bir nevi. Devre arasında sakatlanan ve sezonu kapatığı söylenen Kewell’ın yokluğunu Rijkaard’ın Barça’dan öğrencisi Gio Dos Santos yamıyacaktı. Everton’dan Jo’nun da takıma katılması ile taraftarlarına hava limanı yolunu dokumayı adet haline getirmişti Galatasaray. Takımdaki yabancı sayısının Beşiktaş kadar olmasa da sorun yaratması sonucunda herkes Kewell yahut Leo Franco ile yollar ayrılacak zannederken bir ters köşe daha oldu ve takımın Avrupa kupalarında oynayabilecek tek forveti Nonda sarı kırmızılı renklere veda etti. Sezon başında takımdan gönderilen Necati Ateş ve Ümit Karan’dan birisi takımda tutulsaydı belki de Cüneyt Çakır yarı final de maç yönetemeyecekti.
“En iyi defans hücumdur”dan devşirilmiş bir önermedir “defans hücumda” başlar. İlk baskıyı ileride uygulamak hem topun sizin sahanıza geliş süresini uzatır hem de size pozisyon alma imkanı tanır. Ancak Galatasaray ‘ın ileri uç elemanlarını 2 pasta geçen rakip orta sahada direnç ile karşılaşmayınca ileride defans yapmak yorgunluktan başka bir şey getirmedi Galatasaray için. Linderoth’lu bir orta saha düşünen Rijkaard’ın elinde imkan olduğu dönemde böylesi bir transfere yönelmemiş olması 2 şekilde açıklanabilir. Ya o da transferleri taraftarlar gibi medyadan öğrendi ya da elindeki Ayhan, Topal, Sarp, Özbek dörtlüsünü yeterli gördü.
Galatasaray’ın, Beşiktaş’tan ve Fenerbahçe’den üstün yanı onu izleyen 2 değil 4 tane gözün olması. Rijkaard’ın yardımcısı Neeskens’in dünya üzerinde her takımı tek başına çalıştırabilecek kadar tecrübe ve bilgiye sahip olduğunu bilmeyen yoktur. Hatta bir adım daha ileri gidersek Rijkaard yokken Neeskens vardı diyebiliriz. Bu gözlerden birini görmediğini diğerinin göreceğine herkes o kadar emindi ki takım irtifa kaybettikçe futbol cahillerinin “futbolu bilmiyorlar” suçlamaları bile ciddiye alındı.
Oysa ki kendi içinde bir istikrarı vardı Galatasaray’ın. 8 futbolcusu 20 maçın üstünde ilk 11’de sahaya çıkmıştı. Bu da takımın az çok bir isketinin olduğu anlamına geliyor. Bu iskeletin omurgasına yapılmayan destek ve kanatlarda meydana gelen sakatlıklar hem taktik olarak Galatasaray’a zarar verdi hem de mental olarak takımı etkiledi.
Kewell’ın takım üstündeki etkisi Türk futbolcunun “abi” özlemini bir nebze olsun dizginler nitelikteydi. Sürekli kendisini çekip çeviren, saha içinde ortalığı sakinleştiren, yeri geldiğinde kızan bağıran “abiler”e alışık Türk futbolu için böylesi bir oyuncunun yokluğu açıkça bir handikaptı. Bu devrede genç oyuncuların hem özel yaşamlarında hem de saha içinde sağlıksız hareketleri arttı. Kewell’ın yokluğunda Arda’nın omuzlarına binen yük arttıkça arttı ve taşınamaz noktaya geldi. Arda’nın hız kestiği zamanlarda takımın da hızı kesildi.
Ligin en çok gol atan takımının liderin 6 puan gerisinde olması, kendi yarı alanında top ile oynama kabiliyetinin eksikliği ile açıklanabilir. Bu kabiliyeti takıma kazandırmak için Rijkaard , Servet ve Gökhan Zan’ı gözden çıkardı. Neill’ın yanına sol bek orjinli Hakan Balta’yı çekerek defansın top kullanma kabiliyetini artırıken orta alana yapamadığı şeyler yüzünden bu hamlesi de güçlü rakipler karşısında sonuçsuz kaldı.
Liderden 4, ikinciden 6 gol fazla yiyen Galatasaray için önümüzdeki sezonun parolosı aşağı yukarı belli. Avrupa Liginde Final. Neeskens four-four-two’ya verdiği röportajda “Devrimler bir gecede yapılmaz” demişti. 96’da Fatih Terim ilk sezonunda şampiyon olmasaydı büyük ihtimalle Rasim Kara gibi kovulacak ve ülkemizde UEFA kupasına sahip bir takım olmayacaktı.
Rijkaard’ı gönderebilirsiniz, hem de hemen. İlk uçakla ülkesine giden Rijkaard, 1 sene sonra muhtemeldir ki onu gönderenlerin ilk turda elendiği, Şampiyonlar Liginde kupayı kaldırır. Aynı Del Bosque’nin Dünya Kupasını kaldırmaya aday ellerden biri olduğu gibi.